Sayın Mustafi Başbakan



Fazıl Duygun*
6-7-8 Haziran 2016
Bölge postasi.com
Bu makale, Haziran 2016’da yayınlamış olup, medyada çok ses getirmiştir. Yazının güncelllenmiş hali…

4 Mayıs'ta, Ak Parti genel başkanlığından istifa kararı alıp, Başbakanlıktan ayrılan Ahmed Davutoğlu için böyle bir yazıyı kaleme almayacaktım, ancak, özellikle İslamcı kalemşörlerin sersemlemeleri ve işi Cumhur Başkanı Erdoğan'a isyan ve öfkeye kadar vardırmaları beni yazıyı yazmaya itti.

Sayın Mustafi Başbakan, Ağustos 2014 tarihinde, yani C. başkanı Erdoğan'ın halk oyuyla seçilen ilk Cumhurbaşkanı olarak seçildiği ve makamını devrettiği tarihte, siz, kendisi tarafından seçilen biri olarak, kendisine Üstad Necip Fazıl'ın "Ustada kalırsa bu öksüz yapı, onu sürdürmeyen çırak utansın mısralarının da bulunduğu, Utansın" isimli şiirini bir tabloya nakşettirerek, hediye ettiniz. 

Sayın Mustafi Başbakan, siz, Sayın C. Başkanı tarafından Başbakan olarak tayin edildiğinizde, ona, başkanlık sistemine geçiş için var gücünüzle çalışacağınız sözünü verdiniz. Çünkü C.Başkanı Erdoğan, seçimler esansında, halk oyula seçilen bir C. Başkanı olarak, yetkilerini tam bir şekilde kullanacağını ve yeni anayasanın bir ân önce çıkartılması gerektiğini defalarca ifade etti. Ancak başbakan olarak görev yaptığınız 20 aylık süreçte, bu konuda hiç bir ilerleme kaydedilmediği gibi, sık sık, C.başkanı  Erdoğan ile yetki tartışmasına girdiniz ve eski sistemdeki gibi, sembolik bir C.Başkanı, güçlü bir başbakan gibi bir pozisyon istediniz.
Bu 20 aylık süreçte, bir çok defa C.Başkanı Erdoğan'la karşı karşıya geldiniz, onun sözlerini tekzibe kalktınız. bir seçim mağlubiyetinin yaşanmasına sebeb oldunuz, milletin sizden beklediği siyasî dönüşüm reformlarıyla ilgili olarak hep ayak direttiniz. Sizin bize yaşattığınız bu sıkıntıları aşağıda tek tek izah edeceğim. Hem dışişleri bakanı olarak ve hem de 20 aylık başbakanlığınızda, Türkiye'ye yaşattığınız ve bugün h3alâ devam etmekte olan sıkıntıları teker teker yazıp, anlatacağım.  Ama önce, istifa etmenize sebeb olan anonim ama meşhur şu Pelikan bildirisinde, size yönelik önemli bir ithamla işe başlamak istiyorum.

Dış Politikadaki  basiretsizliğiniz ve açmazlarınız
O bildiride, siz, Türkiye'yi Suriye bataklığına sokmakla itham ediliyordunuz. Bildiride aynen şöyle deniyordu: "Her şeyi o bilirdi. Ama teorik olarak.

Pratikte genelde çuvallardı. Örnek; Suriye."
“6 ayda Esed devrilir” dedi. Demekle de yetinmedi, bütün planlarını buna göre yaptı.
B planı yoktu. Çünkü çok emindi. Kendinden. Zekasından. Bilgisinden. Okumasından.
Esed kaldı. Hoca çuvalladı. Sonra bir sürü sıkıntı.
REİS yine de hocayı başkan yaptı."
Ben de aynen bu görüşteyim ve sizin Dış politikada, iyi bir akademisyen olmakla beraber, çok kötü bir tatbikçi olduğunuz kanaatindeyim. Nitekim bu siyasi beceriksizliğiniz Türkiye'nin ve müslümanların başına Suriye ve Mısır belâlarını açtı. Siz bu belâların yaşanmasında en büyük âmillerden birisiniz maalesef. Saha bilgi ve tecrübeniz koskocaman bir "SIFIR"
Bugün yaşamakta olduğumuz ve ABD tarafından Suriye'de kurdurulmak istenen PKK devletçiğinin oluşumundaki katkınız veya hafif tabiriyle, öngörüsüzlüğünüz, basiretsizliğiniz, hem Suriye'de milyonlarca Müslümanın kan ağlamasına ve hem de bizim stratejik bir sıkıntıya girmemize yol açtı. Bakın bizzat sizin abi dediğiniz ve Ak Partiden, sizin çevreniz gibi, olur olmaz Erdoğan'ı suçlama zırvalığına düştüğü için atılan eski Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış nasıl izah etmiş. 2013 yılında, bugünlerde sizin de müdavimi olduğunuz ajan yapılanma ve terör örgütü FETÖ'nün Taraf'ına verdiği demeçte, sizin basiretsizliğinizi şöyle anlatmış:

" Türkiye öngöremedi mi Suriye’de bir Kürt oluşumu olacağını? Hamlelerini ona göre belirlemedi mi?

Öngörmüş olduğunu tahmin ediyorum ama olay yabancı bir ülkede cereyan ediyor. Türkiye’nin oraya müdahale etmesinin sınırları var. Ama bazı eksiklikler de olabilir tabii. Ağustos 2011 civarıydı. Ben hasbelkader Ortadoğu ülkelerinde en uzun süre görev yapmış Türk diplomatıyım. Biraz Arapça bildiğimiz için, biraz da toz yutunca değerlendirmelerim ötekilerden farklı oluyor. Böyle bir ihtimalin olduğunu o tarihte söylemiştim. Partideki arkadaşlarım -şimdi çok önemli mevkideler- “Ya Yaşar abi oradaki Kürtlerin hiç önemi yoktur, zaten dağınık yerlerdedir” gibi önemsemeyen beyanlarda bulundular. Başbakan’a bu şekilde anlattılarsa, dış politika da öyle oluşmuştur."

Evet, siz değil miydiniz Sayın Mustafi Başbakan, o zamana bağlı olduğunuz Başbakan Erdoğan'ı bu yanlış stratejinizle yönlendirerek, bugün yaşamakta olduğumuz belâ ve sıkıntıların müessibi?

Ben ki, o zamanlar bir Ak parti muhalifi olarak, Suriye'deki Filistinli gazeteci dostlarımın davetiyle gittiğim Şam 'da (Temmuz 2012) bunu bizzat görmüş ve Avni Özgürel beyin sahip olduğu, o zamanlar çok popüler olan, Birleşik Basın sitesinde (birlesikbasin.com) benimle gerçekleştirilen röportajda açıkça söylemiştim. Sizin Türkiye'yi Suriye'de nasıl bir bataklığa soktuğunuzu; Fetö'nün yargıdaki kurbanı bir gazeteci olarak,14 ay yattığım ve 2011 Ağustosunda tahliye olduğum  Kızılcahamam cezaevindeki gözlemlerimle taa 1 yıl önce açıkça söylemiştim. Daha ortada (sonradan kışa çevrilecek) Arab baharı denen sosyal patlamalar, Libya'ya sıçramamışken, dönemin İngiltere Ankara B.elçisinin; Hatay, G.Antep, Kilis'e giderek "Buralarda milyonluk kamplar kurmak lâzım" sözlerini, ben bizzat Nisan 2011'de TRT haberde izledim.

Daha Suriye olayları başlamadan önce, Rusya'nın Suriye'yi bırakmayacağını, bunun Libya'da Kaddafi'nin devrilmesinden sonra, çok büyük bir hata olacağını, buna çok dikkat edilmesi gerektiğini söylerken siz, bir bakan olarak, Rusya gibi bir belâyı nasıl görmezden gelip te, geçmişte İsrail'e karşı 3 defa savaşmış bir Suriye ordusu ortadayken, muhaliflerin ellerine tutuşturduğunuz keleşlerle, ha bugün, ha ayrın rejimi yıkıyoruz havası basabildiniz.  IHH'dan Sayın Osman Atalay'a, Suriye muhaliflerine ya tank, topla destek verilsin veya hiç silaha bulaşmadan, tamamen demokratik çözüm yolları aransın, yoksa ortalık kan gölüne döner, yüzbinlerce müslümanın canı gider diyerek, bunu görüştüğünüz yetkililere mutlaka söyleyin demiştim. Netice, benim gibi sahadaki bir insanı haklı çıkardı maalesef, sizi değil!
 Suriye dönüşümde, oradaki Kürt örgütlerinin devletleşmekte olduğunu açıkça söyledim ama siz, onları, dağlı, köylü olarak biliyormuşsunuz galiba. Stratejik derinliğiniz bu kadarmış, Sayın Mustafi Başbakan.

Bu politikayı size, bugün sizi bir kukla gibi yöneten İngiliz Gül'ü Gülizabeth'in üfürmeleriyle benimsediniz  ve Sayın Başbakanın itimadını kullanarak, dış politikada, Türkiye'yi büyük bir bataklığın içine soktunuz maalesef. Mesele, mültecilere sahip çıkılması değil, stratejik basiretsizlik neticesi, Suriye savaşının bugünlere kadar uzayacağını ve bugünlerin yaşanacağını hesab edememektir.

Baş rölünü sizin oynadığınız bu stratejide, Suriye'yi hiç tanımadığınız gibi, sizi gaz veren Batılı dostlarınızın tuzağını da hiç görememişsiniz. Bakın, sizin bu basiretsiz Suriye siyasetinizi IHH Başkanı sayın Bülent Yıldırım nasıl izah ediyor:

"İHH olarak Suriye’de muhaliflerin yanında olduklarını; ama hiçbir zaman bir iç savaşı da istemediklerini ifade eden Yıldırım; “Türkiye Suriye ile diplomatik ilişkileri kesmemeliydi ne olursa olsun. Altmış kere değil yüz kerede gitmiş olsa bin kere de gitmiş olsa Suriye’den de buraya insanlar gelmiş olsa da Türkiye devlet olarak Suriye ile ilişkilerini devam ettirmeliydi. Alttan STK’larda halkın taleplerinin yerine getirilmesi için çalışmalar yapmalıydı.”  dedi. (Genç Öncüler dergisi, 25 Aralık 2014)

Suriye ve devamında bugün PKK/YPG'nin güçlenmesi ve  ABD tarafından neredeyse  devletçik kurma safhasına gelmesindeki en büyük rol sizindir, Sayın Müstafi Başbakan.

İhvan Faciası
Mısır'da, 30 yıllık diktatör Hüsnü Mübarek'in bir halk ayaklanmasıyla birlikte devrilmesiyle beraber, ülkeye huzur geleceği  inancı hâkimdi. Buna en çok inananlardan birisi de, ülkenin köklü İslâmî hareketlerinden biri olan İhvan-ı Müslimin (Müslüman Kardeşler) hareketiydi. Mübarek devrildikten 1 yıl sonra seçimler gerçekleştirildi. Seçimlerin 2. turunda, daha sonradan kendilerini devirecek olan Suud destekli hareketlerin oyuyla İhvan-ı Müslimin hareketi, %52'lik oy oranıyla 1 .parti oldu ve Muhammed Mursi devlet başkanı oldu. Mursi daha 6 ayını doldurmadan, ülkede kıtlıklar baş göstermeye, buna bağlı olarak ta, sokak gösterilere yaşanmaya başlandı. Nitekim daha iktidarının 1. yılında Mursi devrildi, ve hareket kanlı bir şekilde bastırılarak, binlerce müslüman katledildi. Peki, ne olmuştu da, 1 yılda rüzgâr tersine dönüvermişti?

Aslında İhvan hareketi seçimlere girmeyip, 1 dönem beklemeyi düşünmüştü. Ama Türkiye'deki Ak Parti iktidarı tarafından ikna edilerek seçimlere girmesi sağlanmıştı. Netice de hiç umulduğu gibi olmadı. Bülent Yıldırım bu konuyla ilgili olarak şunları söylemiş: 

"İhvan'ı Türkiye Zorladı

Mesela Mısır’da İhvan seçimlere girmek istemiyordu. Türkiye’nin zoruyla seçimlere girdi.  Aslında seçimlere girmeme kararıyla haklıydı çünkü bütün yükü omuzlarına almış olacaktı. Nitekim öyle oldu ve Mursi hükümeti başarısız şekilde gösterilmesine sebep olundu."

 Yıldırım, Mısır’da İhvan’ın seçimlere Türkiye’nin zoruyla girdiğini dile getirdi."
Peki, İhvan Hareketinin göz göre göre yıkılmasına sebeb olan şey neydi? Bunların en başında, Devleti başkanı seçilen Mursi'nin ilk ziyaretinin Suudi Arabistan'a gerçekleştirmesi ve Mısır'ı bağlayıcı kararlar almasıydı. O sıralar  (yani Mursi seçildikten 1 ay sonra)Beyrut'ta, kendisiyle bir röportaj gerçekleştirmek üzere olduğum Türkiye tarihi uzmanı Muhammed Nureddin Bey şunları söylemişti: Mursi, Mısır gibi köklü bir ülkeyi Suud katarına vagon yaptığı için, bu ona karşı öfkeyi arttırır. diğer önemli bir  nokta Suud, İhvan'dan nefret eder, İhvan'ı, Suud'a mâhkûm bıraktı, göreceksiniz, Mursi 1 yıla kalmaz devrilir" demişti. Nitekim Mursi, Suud'un tavsiye ettiği Sisi'yi Genelkurmay Başkanlığına getirdi ve Sisi tarafından katliama maruz bırakıldı.

Şimdi şöyle söyleyelim, İhvan seçime girmek istemiyordu, Türkiye ikna etti, seçimlere girdi. Peki, darbeye doğru neden önlem almadı Türkiye? Diyeceksiniz ki nasıl bilsin darbe olacağını? Türkiye'den hanım bir gazeteci arkadaşım, darbeden tam 8 ay önce, Mısır'a gider ve Kahire, İskenderiye başta olmak üzere büyük şehirlerdeki bütün siyasi oluşumlarla birebir görüşür. Bize facebook üzerinden bu gözlemlerini anlatır ve hem Türkiye ve hem de İhvan hareketi yetkililerine ulaştırılmak üzere tam 180 sayfalık bir rapor hazırlar. Raporda, Devlet Başkanı Mursi'nin ordu tarafından devrileceği ve İhvan hareketinin şimdiye kadar görülmediği bir şekilde kanlı bir katliama maruz kalacağı yazılıdır. Nisan 2013 tarihli bu rapor, önemli bir bürokrat olan eşi tarafından bizzat elden, o zamanki Dışişleri Bakanı Davudoğlu'nun Müsteşarı olan Feridun Sinirlioğlu'na teslim edilir. Raporu hızlı bir şekilde okuyan Sinirlioğlu, telefonda arkadaşıma "Eşiniz hanımefendi hangi meyhanede kafayı çekiyor acaba" der.
Çok değil 2 ay sonra, 3 Temmuz 2013'te Mursi ve İhvan hareket, bizzat kendileri tarafından Genelkurmay başkanılığına getirilen Sisi tarafından kanlı bir şekilde devrilir. Hem Sinirlioğlu ve hem de Hoca Davutoğlu, arka arkaya arkadaşımı arar ve sorarlar, eşinizle görüşebilir miyiz diye? Arkadaşım da hiç bozuntuya vermeden "Eşim şu anda, Kahire'nin en ünlü meyhanesinde kafayı çekiyor" der. Hoca, darbeyi nasıl önleriz? Diye bir laf edince, arkadaşım "Sayın bakanım ne darbeyi önlemesi, o geçti artık. Şimdi, darbe süreci nasıl yönetilir, ona bakmak lâzım" der ve kapatır.
Sayın Mustafi Başbakan, sizin siyasi ferasetiniz bu mu acaba? Sağır Sultanın bile duyduğu, herkesin bildiği şeyleri, bilememek, duyamamak mı?


2. Bölüm: Başbakanlık sürecindeki gaflet ve basiretsizlikler.
* Uluslararası gazeteci-yazar

2. Bölüm: Başbakanlık sürecindeki gaflet ve basiretsizlikler.
27 Ağustos 2014'te, Reis-i Cumhur'un tayiniyle, Ak Parti genelbaşkanı ve başbakanlığa getirildiniz. Getirilme amacınız, son başbakan, ilk Başkan yardımcısı olmanızdı; buna söz verdiniz.

Her şey 2015 yılı başlarında ilk ABD ziyaretinizle başladı, ama bu çok sonraları ortaya çıktı. 27 Kasım 2014'te, eküriniz olan Mehmet Ocaktan, Mustafa Karaalioğlu ve Yusuf Ziya Cömert, Reis-i Cumhura yakın Star gazetesinden atıldılar. Bunun sebebi ise, bugünlerde ortaya çıkan Almanlar üzerinden küresel çetelerle diyalog ve ittifaka girmeye başlamanızdı. Bu üçlü, daha sonra maskesini düşürecek olan Etyen Mahcupyan öncülüğünde, ABD'deki büyük bir lobiye sizi pazarladı. Yeni Şafak'tan değerli bir yazarın tam ifadesiyle: Bu lobiyle, Paralel yapıyı tasfiye edelim ama yerine de bizi destekleyin, onları bize bağlayın" diyerek, Haşmet Babaoğlu'nun tabiriyle "neo Paralel" bir iktidar odağı olmaya söz verdiniz. Tabii bunlar zamanla ortaya çıkacaktı.

Reis-i Cumhur'la girdiğiniz ilk bilek güreşi, 22 Mart 2015 tarihli, HDP ile Dolmabahçe Sarayı'nda gerçekleştirilen ve gözlemci heyeti kurulacağına dair haberlere, C. başkanı Erdoğan'ı sert tepki göstermesiyle başladı (bu tartışma bugün de devam ediyor) Sizi perde arkasından  yönetmeyi iyi bilen, ajan yapılanma ve terör örgütü Fetö'nün kurnaz siyasetçisi ve zamanın başbakan yardımcısı Bülent Arınç, Erdoğan'ın bu çıkışına "şahsi görüşüdür, hükümeti ilgilendirmez" babında, küstahça ve meydan okuyan bir cevap verdi. Siz, sustunuz Sayın Mustafi Başbakan. Ama Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, Arınç'ın kirli çamaşırlarını ortaya seriverdi.

 Reis-i Cumhur ile ikinci bilek güreşiniz, MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ı, kendisini de oyuna getirerek, Erdoğan'a danışmadan milletvekili adayı göstermenizdi (size bunu, Arınç'ın üflediğini adım gibi biliyorum Sayın Mustafi başbakan). Erdoğan'ı, en sevdiği bir bürokratla karşı karşıya getirerek, Resmen C.Başkanı Erdoğan'a karşı, sinsi bir kontratakta bulundunuz. Tam bu kriz atlatıldı derkennn...

7 Nisan 2015'te, yani 7 Haziran 2015 Milletvekilleri seçimi için aday listelerinin YSK'ya verileceği son gün olan bugün de, tam bir gaflet sergilediniz. ne mi yaptınız?
Sizi oraya, sizden söz alarak "Bir başkan yardımcısı sıfatıyla getiren, halkın seçtiği tabii liderin, Reisi- Cumhur'un size teslim ettiğ, 550 kişilik milletvekili adayları listesini" kelimenin tam anlamıyla mahvettiniz. Tam da Cumhurbaşkanın İran'a resmi bir ziyaret gerçekleştireceği günü sabah, size teslim edilen listeyi, FETÖ'nün Ak Parti iktidarındaki "İngiliz anahtarı vazifesi gören" Bülent Arınç ve İngiliz Gül'ü Gülizabeht'in "ya listeyi merak ettik, kimler varmış içerisinde bahanesiyle, Reis'in en az 180 adamını ya listeden çıkardınız veya yerlerini en alt sıralara attınız. Yerlerine ne gibi adamları koyduğunuzu buraya yazmaktan hicab duyuyorum. Hani, seçimden sonra, Hilâl Kaplan'ın eşi Süheybl Öğüt'ün Aktüel sitesinde , sizi eleştirdiği için 3 saatte kaldırılan yazısındaki eleştiriler vardı ya, o yazının eksiği var, fazlası yoktu.
Ne İstanbul'dan, ne de Doğu'da, adam gibi sevilen bir kaç Kürd aday göstermediniz, Kürd oylarını resmen HDP'ye peşkeş çektiniz.

Ak Parti,  ilk katıldığı ve iktidar olduğu 2 kasım 2002 seçimlerinden, 2014'teki mahalli seçimlerine kadar, aday listesini her zaman YSK'ya ilk önce veren bir partiyken, 7 Nisan 2015 tarihinde, aday listesi son bir saatte yetiştirilebildi. Cumhur Başkanının gönderdiği liste üzerinde büyük bir oynama yapıldığını nereden mi biliyorum? Birbrini tanımayan 5 ayrı şehirdeki milletvekili adayı arkadaşlarıma, tanıdıklarıma gece Ak Parti aday belirleme merkezinden telefonlar geldi ve "hayırlı olsun listeye girdiniz haberi verildi." . Ama ne olduysa, YSK'ya verilen listede bu isimlerin hiç birinin yer almadığı görüldü. Bütün bunları, Parti kulislerinde, Anadolu'daki Ak Parti çevrelerinde, bununla ilgili bir çok konuşmaya şahit olarak öğrendim. Sonra işler ayyuka çıktı, Cumhurbaşkanı Erdoğan, listedeki bu tezgâhı öğrenir öğrenmez küplere bindi tabii, ayağının tozuyla geldiği Tahran'dan, size Beş Tepe Külliyesi'nde ağır bir zılgıt çekti. Hatırlarsanız, C. Başkanı, o aralar, Yeni anayasa ve başkanlık mitingleri gerçekleştiriyordu, ama siz, başta İngiliz Gül'ü Gülizabeth'e ve Fetö'nün anahtarı Arınç ve çetesinin oyununa gelerek, liste rezaletini yaşatınca, 10 Nisan 2015 tarihinde bu teşekkür mitinglerine bir süreliğine ara verdi. Ancak, kendisine gelen ve neticesi doğru olan, Ak Partinin oylarının %38'lere düştüğü raporlarını görünce, oyların yükselmesi için tekrar mitinglere devam etti. 

O aralar,  şöyle bir laf etti, reis-i Cumhur: Çok tuhaf meydanlar çok hareketsiz." ESKİ HEYECAN YOK(Teşkilatta rehavet yorumu) Şurada 4 gün kaldı. Tabii artık biraz hareketlenme var. Ama ben yine bundan önceki geçmiş seçimlerdeki heyecanı görmüyorum. Alıştığım eski canlılık, eski hareketlilik, maalesef yok. Ya kendileri beklendikleri havayı neticeyi yakalanmadıklarını görüyorlar veyahut da diyorlar ki ‘Biz Sivas ötesi meydanlar farklı ama Sivas’tan batıya meydanlar farklı’. Şimdi böyle bir yapı var. Şahsen gittiğim yerde havayı kararlı görüyoruz. Bütün mesele de sandığın canlılığında görülecek. 04 Haziran 2015 .
 Aynı konuşmasında C. Başkanı sizden söz aldığı hâlde, Başkanlık propagandası için şunları söylemişti: "Başkanlık vurgulanıyor diyemem." ( bu söz bana, Yeni Şafak Gen. Yayın Yönetmeni İbrahim Karagül'ün 15gün önceki "arşivimi araştırdım, başkanlık için 1 senede sadece bir yazı yazmışım, üzerine düşmemişim" itirafını hatırlattı.)

Yalnız bu arada çok önemli bir gelişme daha oldu. bugün sırtlan yüzlerini gösteren, "Yeni Şafak’tan Ayrılıp Erdoğan’a Operasyon Çeken Kaçkınlar" (bakınız: http://www.nabizhaber.com/yeni-safaktan-ayrilip-erdogana-operasyon-ceken-kackinlar-11494h.htm) "Karar.com" haber sitesi kurdular. Buradaki kadronun, 7 Haziran'dan bugüne, Türk siyasi hayatında, "muhafaza-kârlar içersinden seçilmiş Batıcı-işbirlikçi" yeni bir elit sınıf "( Etyen Mahcupyan, Karar %mayıs 2016) olarak doğmaya başladığını gördük. Bu sınıf, Mahcupyan'ın deyimiyle, 100 yıl önceki Batıcı, İttihat ve Terakki ile, Kemalistlerin, günümüzdeki versiyonu olacaktı. Ama bunlar muhafazakâr versiyonuydu, bunlar da, halefleri gibi, Batı ile işbirliğine giderek, denetim altında bir Türkiye'yi yöneteceklerdi. Almanlar ve ABD'liler boşu boşuna şok olup, "adamımız görevden alındı manşetleri atmadı."

Ama işin en ilginç yanı da, milletvekili adayı gösterdiğiniz avukatınızın, Ege'deki seçim bölgesinde açıkça, "Erdoğan kim ki, Başbakan Davutoğlu olmasa, böyle çok oy alamaz" türünden söylemleri, Reis'i fedâ etmeyecek olan seçmen ve bölge teşkilatı tarafından kayıt altına alındı. Çevrenizi sarmış olan bu gibi bir çok insanın densiz konuşmalarını, Mısır'daki sağır sultanlar bile duydu, Sayın Mustafi Başbakan.

Bakınız Ülke Tv Gen. Yayın Yönetmeni Hasan Öztürk bu konuda daha doyurucu şeyler yazmış.

SIR KÜPÜ'NÜN ADAY ADAYLIĞI
Biraz kronoloji…
 "12 Eylül 2015'teki Ak Parti 5. Olağan Büyük Kongresi öncesinde bir kriz yaşanmıştı. O kriz atlatıldı. Ardından Merkez Karar Yürütme Kurulu'nda (MKYK) bir çekişme yaşandı. (Çekişme söylemi bile abes aslında ama…)
Bunların tamamında “ikili görüşme” çözüm oldu. Ya da biz öyle sandık. Konuşularak sorunların aşıldığını izledik. Ya da yine biz öyle sandık. Belki uzunca bir süre “toz halının altına süpürülüyordu.”

Aslını sorarsanız, MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ın 7 Haziran seçimleri öncesinde “O, benim sır küpüm” diyen “irade”den izin almadan adaylık için istifa etmesi… Ve o adaylığı Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun hem teşvik etmesi, hem olur vermesiydi büyük krizin ilk patlağı.
Bütün bunlar olup biterken bir gün Ankara gazetecilerinden biri şöyle bir söz söyledi: “Tayyip bey Ahmet beyi çağırmış, 'Ne yani sizden sözünüzde durmanız için yazılı taahhüt mü almalıydık' demiş.”

Bunu anlatan Ankara gazetecisi Başbakan Ahmet Davutoğlu'na yakın olmakla övünen bir gazeteci. Bu cümle üzerinden Ahmet Davutoğlu'nun haklılığını Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın haksızlığını anlatmaya çalışıyordu da ağzım açık kalmış, hayretle dinlemiştim!
Gerçekten böyle miydi, acaba? Yoksa durumdan vazife çıkaranların çıkarımları mıydı? Bilemiyorum.

7 HAZİRAN'IN FATURASINI DA ERDOĞAN'A KESMİŞLERDİ

7 Haziran seçimlerinden sonra Ak Parti'nin tek başına iktidar olamamasının tek sorumlusu da yine Erdoğan olarak gösteriliyordu; aynı gazeteci ve çevresi tarafından…
Ve kurulacak büyük koalisyonun, (Ak Parti-CHP) “Biriken enerjinin bertaraf edilmesi için büyük bir fırsat olduğu… Dışarıdan gelen baskının azaltılması için tek çare olduğu” da yine aynı çevrelerce dillendiriliyordu…
Hele “Otoriterleşmeyi sona erdireceği” savı da vardı ki evlere şenlik!
Sadece “enerji boşaltmak”tan söz etmiyorlar, “koalisyonun faziletleri”ni de saymakla bitiremiyorlardı yine aynı çevreler.

Bir de Meclis koridorlarında “Artık Tayyip Erdoğan dönemi bitmiştir” diyenlerin sesleri İstanbul'dan bile duyulur olmuştu…
Tam da böyle bir dönemde devlet ciddiyeti, parti disiplini, dava adamlığı konusunda bir sınav verildi. Ve o sınav da atlatıldı.
(6 Mayıs 2016, Yeni Şafak)
***  ****

Başbakanlık sürecindeki basiretsizlikler-2

İhanete Giden Yol

Hoca’nın bürokrasi ve medya çevresi, 7 Haziran 2015 seçim sonuçlarını, Reis-i Cumhurun AK Partiden koparılmasını için büyük bir fırsat olarak gördü. 8 Haziran’dan itibaren, “Beştepe artık bu işlere karışmasın, millet bize CHP ile koalisyon görevi verdi” propaganda makinası çalışmaya başlar. Bu mekanizmanın en önemli unsurlarından bir tanesi de, Bir Yeni Şafak kaçkını olan  ve 15 yıl önce yazdığı bir kitapla “Erdoğan Mehdi’dir diyen, eski Başbakan basın danışmanı, sonradan Hürriyet’e iltica eden Akif Beki’dir. Seçim sonuçları ancak bir koalisyon hükümetine izin vermektedir. CHP koalisyona hazırdır ve şart olarak, 13 yıl geriye, 2002’ye dönme şartı getirir. Bunun adı “Restorasyon Hükümetidir.”

7 Haziran Faciası Erdoğan’ın Yenilgisi
Hocacılar, C.Başkanının artık Külliye’de oturmasını, etliye sütlüye karışmamasını; AK Partinin CHP ile gireceği bir koalisyon hükümetinin Partiyi Batı ve Batıcı sekülerler gözünde meşrûlaştıracağı propagandasına hız verir. İş öyle bir noktaya gelmiştir ki, 13 yıldır iktidarda olan ve her seçimde halkın yarısının oyunu almış olan AK Parti, gayr-î meşrûdur, ancak bu yolla meşrûlaşabilir.  Etyen Mahcupyan başta olmak üzere, Ali Bayramoğlu, “Operasyon çocukları Karar”cılar, Yeni Şafak’taki belirgin bir ekip, sürekli olarak bu propagandayı pompalar. Bu zevata göre tek çare, ille de CHP ile koalisyon, AK Partinin başka bir çıkış yolu yoktur. Hele hele erken bir seçim, AK Parti için bir ölüm fermanıdır, koalisyon ortağı bile olamaz. Milleti adetâ enayi yerine koyan, çoğu devşirilmiş (Burada A. Bayramoğlu istisna, çünkü kendisi fikirlerinde dürüsttür)  bu devşirilmiş iç mihraklar İslâmî camianın genel hastalığı olan, suret-i haktan görünme siyasetini çok iyi yürüttüler.

Ancak, milletin tabandan gelen tepkisi ve bu tepkileri çok iyi okuyan C.Başkanı Erdoğan, çok akıllı bir stratejiyle, esas sorumluları tarafından mesul olarak gösterildiği 7 Haziran kâbusunun, 1 Kasım zaferine dönüşmesinin yolunu açar. Önce, CHP’yi içten vurur. Hiç kimsenin ummadığı bir şekilde, Deniz Baykal’ı sahneye sürerek, Meclis Başkanlığının tekrar Ak Partiye geçmesini sağlar. Bu strateji-taktiklerle, bir hareket olan AK Partiye yeniden bir dinanizm kazandırır. Bu arada, Çözüm Sürecini bozan ve terör eylemlerine yeninde başlayan PKK’ya ise, ummadığı bir sertlikle karşılık verilmesini de sağlar.  TSK’nın PKK’yı uçaklarla ilk vurduğu gün, Batı medyasına konuşan PKK’lılar aynen şunu itiraf ederler: “Türkiye’de, tek başına güçlü bir hükümetin yapamayacağı saldırıyı gerçekleştiriyor, bu istifa etmiş hükümet.” Evet işte! Hükümetsiz bir ortamda, Türkiye’nin iç ve dış düşmana karşı yol almasını sağlayan da Reis-i Cumhurun ferasetidir.

CHP ile koalisyonu başarısız olmasını, CHP lideri Kılıçdaroğlu şöyle itiraf eder: Davutoğlu koalisyon kurmak istiyor, Erdoğan İzin vermiyor. 2 Ağustos 2015


Davutoğu’nun taa o zamanlar ortaya çıkan CHP aşkını, 4 yıl sonra Ahmet kekeç şu sözlerle anlatır:

Ahmet kekeç
20 Kasım 2019
Hezimetiyle sonuçlanan 7 Haziran seçiminden sonra gazetecilerin karşısına geçmiş, “Halkımız başkanlık sistemini gündeminden çıkarmıştır” diye bir açıklama yapmıştı. Sonra da, kendisini bir koalisyona atabilmek için çırpınıp durmuştu. 
Davutoğlu’nun koalisyon merakını anlatmak için bir örnek: 
Önce Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan hükümeti kurmak için yetki alıyor ve başta CHP olmak üzere bütün partilerle koalisyon görüşmeleri yapıyor, başaramayınca ve yasal süreyi doldurunca yetkiyi Cumhurbaşkanı’na iade ediyor... 
O arada Cumhurbaşkanı’na hangi öneride bulunuyor, biliyor musunuz? 
Hiç bilmeyin... 
Moraliniz bozulur... 
Şunları söylüyor: “Efendim, hükümeti kurma görevini bir de Sayın Kılıçdaroğlu’na verseniz...”
Görüyorsunuz, değil mi? 
***  ***  **
Erdoğansız Ak Parti sevdasındaki bu devşirilmiş iç mihraklar !kasım gecesine kadar, borazan gibi aynı şeyleri söyleyip, durur. Onlara göre 1 Kasım, siyaseten  Erdoğan’ın tasfiye fermânı olacaktır. Ancaaak…

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir İdeolojik Dayatma olarak "Evrim" Teroisi

Alev Alatlı: “İnsanoğluna Düşen, Aklını ve Gönlünü Açık Tutmak, Allah’ı Kendi Aklıyla Kısıtlamamaktır.”