Alev Alatlı: “İnsanoğluna Düşen, Aklını ve Gönlünü Açık Tutmak, Allah’ı Kendi Aklıyla Kısıtlamamaktır.”
2 gün önce vefat eden Türk düşünür Alev Alatlı hanım gerçekleştirdiğimiz röportaj.
Röportaj: Fazıl Duygun. Aylık Dergisi, 48. sayı, Eylül 2008
"Akla" ve
"vicdana-gönüle" dair düşüncelerinizi anlatabilir misiniz?
“Akıl” olmazsa olmaz
koşulu insan olmanın. İnsanoğlu, dünyayı/evreni, teoriler yöntemiyle “aklına uygun” bir
biçimde kurgular ve aklının kurguladığı bu kurmaca evrenin bir yerde, bir
biçimde sahici Evren'in gerçekleriyle
çakışacağını umud
eder. Matematikçiler ve fizikçilerin bütün uğraşları, kurmaca da olsa, tutarlı,
bütünlüklü, işlevsel, bir Evren tasavvuru inşa etme çabasıdır. Bu mümkün olabilmiş midir? Evet.
Aklın kurguladığı matematik, fiziki oluşumları, kimyasal
dönüşümleri, açıklayabildiği sürece,
evet. Örneğin, Maxwell, ışığın bir
elektromanyetik dalga türü olduğunu matematikle oynarken keşfeder;
fizikçiler test eder, doğru olduğu ortaya çıkar. Einstein, enerji-kütle
denklemini (E=mc2) göreceliğin matematiği ile oynarken bulur; doğru olduğunu
nükleer bomba kanıtlar. Öte yandan, vicdanın/gönülün
denetiminde olmayan insan aklının şerir olabildiği bir vakıadır.
Fransız Aydınlanması’nın “insan aklının/mantığının beşerin esenliğini sağlamaya
yeteceği” savının doğru olmadığı, teknolojinin şer’e hizmet etmesinin
önlenememiş olmasının tasdikindedir. Birbirinden vicdansız iki dünya savaşı,
Vietnam, Afganistan vb., son olarak da Irak. “Ahlâki değerleri reddeden bilim, zehirli
bir yılan gibi şerir olur” deyişi, en az
iki yüz yıllık bir gözlemdir.
Sizce "Batı aklı"
ile "Doğu aklı" ve "İslâm aklı" arasında bir
paralellik var mı?
Galiba sizinle “akıl” nedir
sorusu üzerinde mutabakat sağlamamız lâzım. Ben “akıl” derken, sadece insana
mahsus olan düşünme, anlama, kavrama ve davranışlarını ayarlama melekesinden
bahsediyorum. Bu çerçevede, “akıl” aynı akıldır, ateş yakar, su boğar gibi
hakikatler evrensel kabul görür, ancak, aklı dizginleyen ya da coşturan saikler
farklılaşır. Öte yandan, aklın tek
tanımı da bu değildir. Tecrübeyle sabit olmamakla birlikte akıl yürütmelerin
temel aldığı a priori yani “kabullenilmiş” ilkeler sistemine de,
çıkarım/usavurum yoluyla fikir yürütme ve doğru hüküm verme melekesine de
“akıl” dendiği vardır. Sonra, “idrak” diye de birşey var ki, onu da kavramlar, olaylar,
vakıalar/veriler arasındaki ilişkileri idrak melekesi olarak tanımlarlar. Sorunuza buradan baktığımda, “Batı aklı,”
“Doğu aklı,” “İslâm aklı” gibi
farklılaştırmaları marjinal görmekle beraber, “idrak”ın toplumların
dünya/evren görüşleri doğrultusunda farklı sonuçlara götürebildiğini teslim
ederim. Diğer bir ifadeyle, aklın yolu
da bir olmayabilir, nitekim.
3- Aydınlanma aklı nereye
oturtmuştur? Yani orta çağ Avrupa'sı "aklı" aydınlanma çağı ve
devamındaki Avrupa aklı arasındaki fark nedir? Paul Hazard'ın " Batı
Düşüncesinde Büyük Değişme" isimli kitabında geçen "Akıl denen
serderge, yepyeni bir elbise ile geliyor" sözünü nasıl açıklarsınız?
Şöyle söyleyeyim: Aydınlanma,
doğrudan tecrübeden kaynaklanmayan, a priori öncüllerden yola çıkan ilkeler sistemine, fikir yürütme ve hüküm
verme yöntemine itibar etmeyi bırakmış, hakikate a posteriori yani
denenmiş/sınanmış veriler, kavramlar
ya da olaylardan ulaşma yolunu seçmiştir. Aradaki fark hakikate ulaşma yöntemindeki
farktır. Yeri gelmişken, bence, Doğu-Batı ayırımı da Aydınlanmanın tezgâhından geçmiş olanlar-
Aydınlanmanın tezgâhından geçmemiş olanlar olarak yeniden tanımlanmalıdır. Öte yandan, Paul Hazard ne demiş bilmiyorum
ama Kuantum Fiziği ile birlikte, Aydınlanma ile gelen “kesin” yani,
siyah-beyaz, yani 0/1, doğruların şiddetle sarsıldığı da bir vakıadır.
4-Mutlak Hakikate bakışınız
anlatabilir misiniz? Sizce bütün insanlığı kuşatacak tek bir mutlak hakikat var
mıdır?
Dinin ve bilimin, dilerseniz,
apriori ve aposteriori ilkeler sisteminin hakikate giden yolun iki yüzü
(şimdilik iki yüzü! - bir üçüncü ilkeler sistemi her zaman çıkabilir) olduğuna inanırım. “Tek bir mutlak hakikat”e gelince, onun ne
olduğunu ancak Yaratan bilir. İnsanoğluna düşen, aklını ve gönlünü açık tutmak,
Allah’ı kendi aklıyla kısıtlamamaktır.
5-"İnsanoğlunun özde iyi
olduğu, fıtratında kötülük bulunmadığı inancı dünyaya hâkim olduğu sürece,
özgürlüğün şer lehine bükülmesi kaçınılamazdır. Dünya insanlara aittir inancı,
şerden yanlış toplumsal yapılanmalar sorumludur inancı geçerli olduğu sürece,
özgürlüklerin şer lehine bükülmesi kaçınılmazdır."
Soljenistin'ın, kitabınızda bahsettiğiniz bu sözünden yola çıkacak
olursak: İnsanın fıtratının esası olan iki zıt kutup "hayr ve
şerr" neye göre sorusunu ortaya koymaz mı? Yani, "neye göre
"hayr ve şerr" ?
Vicdana göre, gönüle göre hayr ya
da şerr. Kitaplı ya da kitapsız, dünya
dinlerinin tümünün hemfikir oldukları bir kavram varsa o da “şerr”
kavramıdır. Eşrefi mahlûkat isek, meselâ,
hayvanlara eziyet şerr faslındandır, öyle değil mi? Öte yandan, mutlak şerr – mutlak hayr
kutupları arasında gri bir alan da vardır.
6-İslâm'a bakışınızı, onu nasıl
değerlendirdiğinizi öğrenebilir miyiz?
Semavi dinlerin en mütekâmili, en
ihmal edilmiş, en az anlaşılmış olanı. Bununla beraber, sorunuzu yadırgadığımı
da belirtmek isterim – çünkü, nihayet bir dergi söyleşisi yapıyoruz. Sorunun
hakkını verebilmem için kıyaslamalı
dinler değerlendirmesi gibisinden devasa bir siparişin altından kalmam gerekir! Buna da ne zemin, ne de zaman müsait!
7-Şamanzim sizin için ne mânâ
ifade ediyor?
Mitoloji. Eğer Türk şaman/mitolojisinden
bahsediyorsanız, çok naif olduğu kadar da çok derin, çok zengin, çok güzel
olduğunu söyleyebilirim. Keşke, Zeus’tu, Afrodit’ti derken, bir de kendi
mitolojimizi öğrensek de Akene’nin, Beyaz Kaz’ın keyfini çıkartsak;
Demirkazık’tı, Polaris’ti öğrensek. Tarih sıçrama yapmaz, bilirsiniz. İyi bir
sosyolog ya da sanatçı, İslam öncesi toplumun zihinsel terkibini tanımalıdır ki, günü doğru değerlendirebilsin.
8-Alev Alatlı, "Mutlak Hakikat"i
Rusya'da mı keşfetti? Veya "Mutlak Hakikat"e Rusya'da mı teslim oldu?
Bu soruyu adamakıllı açmanız
lâzım. “Mutlak Hakikat”i keşfetmekten,
hele de “teslim olmak”tan kastınız, Müslüman olmam için Rusya’yı öğrenmemin
gerektiği gibi bir ima içermese gerek?!
“Tek bir mutlak hakikat”e gelince, az önce söylediğim gibi, onun ne olduğunu Yaratan bilir. İnsanoğluna düşen, aklını ve gönlünü, dine
de, bilime de açık tutmak, kendi aklının dalkavuğu olmamaktır.
9-
"Şöridenger'in SCHRODINGER’in Kedisi- Rüya ve Kâbus"ta izahını
yaptığınız, "saçaklılık, kırçıllı" dünya görüşü "herkesin
hakikati kendisine, herkes istediğini yapmakta özgürdür" anlayışları;
liberalizm, personalizm veya bütün insanlığı kuşatıcı mutlak bir "hakikat
yoktur", zamana, çağa, ve toplumlara görece değişir" diyen
post-modernizme ait felsefî anlayışlar tarafından temel alınmış değiller midir?
Gelin, sondan başlayalım:
liberalizm 1600’lere, humanizmin bir türevi olan personalizm 15. yüzyıl
İtalyasına, relativism asgari İ.Ö. 5.yüzyıl
sofistlerine gider; yani post-modernizmin ürünleri değildirler. Postmodernizm,
adı üstünde: modernizm-sonrası. Yani? Yani, modernizmi oluşturan paradigmaların
iflâsından sonraki dönem. Neydi bu paradigmalar? Batı zihniyetini
şekillendiren, doğru-yanlış çetvellerini tanzim eden Aristo’nun mantığının siyah-beyaz kuralları. İzleyen kuşaklar, evreni Aristo mantığı ve
bilimsel eğilimleri doğrultusunda algılamaya devam ettiler; matematik,
klasik fizik, mantık, hatta
sosyal bilimler, sanat ve kültür, hükümlerin doğru veya yanlış oldukları
esasına göre şekillendi. Bir şey ya
öyledir, ya da değildir; A ya A’dır, ya da A değildir; hem A’dır hem de A
değildir olamaz – dı; “-dı” diyorum,
çünkü kuantum fiziği ve refakatçisi saçaklı (fuzzy) mantık bu anlayışa ciddi
bir darbe indirdi. Herneyse. Aristo çıkışlı mantık doğrultusunda her yasa,
her yönetmelik, her kural kesindir ve
“doğru düşünme” yöntemi iki bin yıldır Aristo’dan sorulur.
Oysa, işin aslı, bu dünyaya dair
olup da yüzde yüz doğru ya da yüzde yüz yanlış olduğu kanıtlanmış
tek bir olgu ya da verinin olmadığıdır. ''Matematik kanunları gerçeği
yansıttıkları sürece kesin değillerdir. Kesin olduklarında gerçeği
yansıtmazlar,” diyen Einstein'in kendisidir. Matematiğin dünyası,
sahici dünyadan farklıdır; tarif ettiği dünyaya uymaz. Birisi
yapay, cetvelle çizilmiş gibi düzgün; ötekisi sahici yani
dağınıktır, pusludur, yani, Saçaklı”dır, kırçıldır. Keza, fiziğin
tanımlamaları da yüzde yüz değildir. Fizik, doğrusal sistemleri çözer, ne
ki, gerçek dünyada doğrusal sistem yoktur. Şu şöyle
etkilenirse, bu sonuç alınır şeklinde kesin bir şey söylenemez. Fizik
kuralları ancak belirli bir yere kadar doğrudur.
Gerçek, “Bakalım Mevlâm neyler, neylerse güzel eyler”e, doğrusal sistemlere
olduğundan çok daha yakındır. Dahası, “Bazı
şeylerin ilkesel olarak bilinemez olduğu” Werner Heisenberg
tarafından daha 1920’lerde matematiksel olarak kanıtlanmıştır ki, bu
modernizmin aldığı en büyük yaradır.
“Saçaklı” ya da “kırçıllı” diye
Türkçeleştirdiğim “fuzzy” mantık,
Artisto mantığının şekillendirdiği insan aklının dünyaya ve evrene dair tartışmasız gerçeği çözemeyeceğini
kanıtlar. Böylece, modernizmin “mantık ve bilimden uzaklaşmak, Doğu
mistisizminin ‘mantıksız saçmalıklarına’
kapılmak demektir” söylemine esaslı bir darbe vurulur. Siyah-beyaz olmayan düşünce biçiminin karışık
kafalar, yanlış ölçümler, kötü tasarımlar, özensiz gözlemler, bilgisayara
yüklenmesi imkânsız verilerden ibaret olduğu hükmü sarsılır.
1970’lerin başlarından itibaren
Batı düşünürleri, “Aristo’nun yanlışlık yaptığına, söylediklerinin o günlerin
popüler kültürünü yansıtan bir kapris olduğuna karar verirsek ne olacak? Ya siyah-beyaz mantığın kabulü apaçık bir
mantık zorunluluğu değil de, o günlere özgü bir zevk, bir kapris ya da kültürel
şartlanma ürünüyse ne yaparız? Aristo
felsefesini fizik teorilerimizde reddediyorsak,
akıl yürütürken ya da bilgisayarlarımızı tasarlarken neden kullanmak
zorundayız? Aristo’nun koyduğu
sınırlarının dışındakiler neler?
Çok değişkenli (multivalued) ya da Saçaklı mantıktan ne haber? Doğu ülkelerinin (burada ‘doğu’ ülkelerinden
kast, Jaonya, Çin ve Hindistan’dır) yüksek teknolojisine sızan saçaklılığı
nasıl açıklayacağız? Saçaklı mantığın
yeri neresi? Doğulu inanç sistemlerinin neresine oturuyor?” gibi soruların
cevaplarını arıyorlar.
Hasılı, “Sen haklısın, sen de
haklısın, sen de haklısın” diyen Nasreddin Hoca, “Yeni Fizik” dünyasının sembollerin birisi
olarak yurtdışındaki konferanslarda
yerini alıyor “Saçaklı Devrim” dedikleri
değişimi açıklamak için kullanılıyor.
Bir şey ya böyledir ya da değildir, terkibi, birşey hem böyledir hem de
değildir terkibi ile yer değiştiriyor.
Schrödinger’in kedisinin aynı zamanda ölü ve diri olabilmesi keyfiyeti,
Kuantum fizikçileri ile sufi tayfasının kolkola dolaşacakları çağın geldiğini
haber veriyor. Ve tabii bütün bunlar
doğruysa, bütünlükçü, tasavvufi düşünceye
yatkınlığı nedeniyle Müslüman yeni
fiziği ve onun getirdiklerini daha kolay içselleştirecektir diye ummak, klasik
fiziğin, pozitivizmin siyah-beyaz,
kurallara boğulmuş pozitivist dünyasını kolay içselleştiremeyen İslam
için 21.yüzyılın, 19.yüzyıldan daha çok
daha verimli düşünmek imkân dahiline giriyor.
10-
Rüya ve Kâbus isimli kitaplarınızdaki "Onarımcılar"ın sahip oldukları
dünya görüşünü izah edebilir misiniz? "Onarımcılar" bir
"İslâm-Şamanizm" kompozisyonu görüntüsü veriyor. Bu konudaki
cevabınız nedir? "Gogol'ün İzinde" isimli 3 ciltlik eserinizle, diğer
eserlerinizi bir karşılaştırdığımızda, "iman ve küfür" arasında
bocalayan İmre Kadızade'nin, olgunlaştıkça, "Mutlak Hakikat"e teslim
olan "Güloya Hanım"a dönüştüğünü görüyoruz. Bu tesbitim yanlış mı
acaba?
- Bakın, siz, siz olun roman
karakterilerini ne bu kadar ciddiye alın, ne de romancının kişiliği ile
bütünleştirip, çıkarsama yapın.
Kadızade, ne kadar kurgubilim kahramanıysa, Güloya da o kadar kanlı
canlı ve Rusya’nın güncel hallerini
çözmeye çalışan birisi olarak kurgulanmıştır. Onarımcılar’a gelince, onlar,
Hakikat’ı genelde kabul gören halihazır tümdengelimsel sistemlerle malûl
olmadan, tümevarımsal yöntemle ararlar. "Millete hizmet etmek istiyorsan elinden gelen işle
başla!" düsturu doğrultusunda hareket ettikleri için
kalıplanmış, kağıda dökülmüş bir dünya görüşünden değil, dinamik bir “akıl”dan
yani her an gelişen, açılan, dönüşen
varoluştan söz ederler. Dünya ve evrene dair bilgileri, insanoğluna
dair hiçbir bilginin, deneyimin, geleneğinin
küçümsenmemesi, yok sayılmaması gerektiği şeklindedir. Bu deneyimler,
Heisenberg’in de olabilir, Altaylı bir
şamanın da, Hazreti Musa’nın da,
Başbakan Menderes’in de. Diyeceğim,
varsa İslâm-Şamanizm kompozisyonu diye birşey, Hakikat arayışındaki
enstantanelerinden birisi olmalı, asla bütünü değil.
11- Eserlerinizde,
"büyük bir "afazi"ye kurban gitmiş Türkiye ve dünyayı yeniden
kendine getirecek düşünce ve eylemlerin, bu afazinin esas sebebi
olan Batı düşüncesi ve hayat tarzının bir yansıması olduğu hissediyoruz.
Bu konuda neler söyleyebilirsiniz? Yani Batı'ya karşı çıkarken, Batıcı olmak,
Batıcı bir dille karşı çıkmak vs.
İki arada bir derede kalmışlık
olduğu şeklinde bir öneri getiriyorum. Az önce de ifade etmeye çalıştığım gibi,
benim meselem “Batı” dediğimiz o namevcut
bütün değil. Asıl mesele Aydınlanmanın tezgâhından geçmişlik ve
geçmemişlik meselesidir ki, şundan daha iki yıl önce 2006’da, ABD’de yapılan
bir araştırmada deneklerin %45’i Tekvin’in yaradılış anlatımına inandıklarını
ifade etmişlerdi, Big Bang’a ya da Darwin’e değil. Amerika’dan daha “Batı”sı da yok, var mı?
12-Türk aydını, bu millete ait
bir dil meydana getirebilmiş midir? Bu bağlamda, bu Milleti, Yani Kürdünden,
Laz'ına kadar Anadolu'daki Müslüman Türk milletini nasıl anlamlandırırsınız?
Aydınlar “dil” filân meydana
getirmesinler, Allah aşkınıza! Birarada yaşayan insanlar ortak dillerini eninde
sonunda kendileri yaratırlar; dışardan müdahale olsa olsa afazi doğurur yani
kaş yaparken göz çıkarır. Biz yaşadık bunu, biliyoruz. Kürt’tü, Lâz’dı gibi kimlik arayışlarına da
özel anlam atfetmiyorum, doğrusu. Önemli
olan, belirli bir zaman kesitinde yaygın olan dünya görüşünün paylaşılıp
paylaşılmadığı. Nitekim, ne sosyalist
solda, ne tarikat ehlinde, ne de finans kapitalizminde etnik kökenlere
bakılmıyorsa, nedeni budur.
13-Sizce, Saçaklılık, çağın en
önemli hastalığı olan "önemsizleştirme, değersizleştirmeye" gidişte
önemli bir kavşak değil mi?
Hayır, değil. Tersine, ya-ya da mantığının yoksaydığı
varoluşların yeniden canlanması anlamına geliyor. Size bir örnek vereyim: müzik. Yakın zamana kadar Türk müziğinin do, re, mi
şeklinde sınıflandırılmış Batı notaları arasında kalan ara sesleri inlemekle
ağlamakla bir tutulup değersizleştirilirken, gri-alanın varlığının kabul
edilmesiyle birlikte yeniden varolma noktasına geldiler. Saçaklılığı yozlaşma gibi algılarsanız, yanlış
yapmış olursunuz.
14- Ilımlı İslâm projesine
bakışınız nedir? Bu mânâda "Dinlerarası Diyalog" projesinin aktif
mimarı "Stalin "ile günümüzdeki uygulayıcısı "Fetullah
Gülen" hakkında neler söyleyebilirsiniz?
Fethullah Güven ile Stalin’in
adının aynı cümlede anmış olmanızı ayıpladığımı bilmenizi isterim. Bu denli indirgemeci ve kaba bir yaklaşım,
fevkalâde yakışıksız olmanın ötesinde, meseleleri doğru değerlendirmeniz, doğru
hüküm vermeniz önündeki en büyük engeldir, haberiniz ola. Ilımlı İslâm hakkındaki düşüncelerime
gelince, sitemdeki makalelerimde bulabilirsiniz.
Yorumlar
Yorum Gönder