LEXUS VE ZEYTİN AĞACI VESİLESİYLE YENİ BİR İŞGAL VE SÖMÜRGECİLİK: KÜRESELLEŞME ÜZERİNE BİR DENEME


Yeni Nizam dergisi,
4. Sayı. Eylül 2001 tarihinde yayınlanan bu makalemde, “Küreselleşme” kavramının henüz daha dünyada yeni yeni oturmaya başladığı esnada, ne anlama geldiğini, neyi amaçladığını ve eski dünyadan neyi değiştireceğini irdelemiştim. Yaklaşık olarak 18 yılın ardından, bu yazıyı,3. Bölümde, yeni bir değerlendirme yaparak ve biraz da güncelleyerek yeniden yayınlanmasını uygun buldum.
Fazıl DUYGUN
*** *** ***
 
Amerikalı yeni tip sömürge küreselci valisi Kemal Derwish'in topraklarımızı Batı'ya yeniden peşkeş çekme yetkisini aldığı ya da verdiği 2001 yılı Mart ayından bu yana, Anadolu toprakları sömürgecilerin resmi gayr-i resmi her kademedeki temsilcileri tarafı dan adeta bir teftiş yağmuruna tutuldu. Resmi işgalcilerin gelişi ve yüzlerine tükürmeleri sömürgedeki uşakları duymamış olacak ki, bunların sivil uzantılarını da buyur etmekte büyük zevk almaya başladılar. Tabi buradaki niyetin medyatik söylem ve efektlerle yapılan tasfiye sefihleştirme muamelelerini manipüle etmek veya hoş göstermekten ibaret olduğu artık su götürmez bir gerçek olarak algılanıyor. Vatanımıza teftişe gelen son gayr-i resmi sömürgecilerden bir tanesi de, sömürge varisi Derwish'in yakın fikirdaşlarından olan New York Time gazetesi muhabir ve yazarlarından Thomas Friedman idi. Bu zat küreselci emperyalizmin yeni sömürgecilik uşaklığını ve propagandistliğini yapan Batıcı Laik düzen medyası tarafından habere pazarlandı ve dönmelerin üniversitelerinde, vatanımızın yeniden nasıl satılması gerektiğini anlatırken aynı zamanda Orhan Pamuk'un itirafıyla, Selanik dönmelerinin elegeçirdiği TC’nin nasıl tasfiye edilmesi gerektiğini de bu dönemin üniversitelerinde anlatılıyordu. Thomas Friedman 70'lerde N.Y Time' in Orta Doğu muhabirliği yapmakla işe başlamış ve zamanla gazetenin en üst kademelerine kadar tırmanmış bir tip. Son zamanlarda yazdığı ve bütün dünyada meşhur olmuş bir de kitabı var. '' LEXUS VE ZEYTİN AĞACI ''KÜRESELLEŞMENİN GERÇEĞİ'' adını taşıyan kitabında yeni bir çağda ve yeni bir anlayışa doğru giden dünyamızda, ayakta kalabilmek ve dünyanın hâkimi olabilmek - genelde Batı, özelde Amerika için - neler yapılması gerektiğini anlatıyor. Kitabı 4 ana bölümden oluşuyor. '' Sistemi kavramak, Sisteme Bağlanmak, Sisteme Ters Tepki ve Amerika ve Sistem '' başlıkları altında dört bölümden oluşan kitapta, küreselleşmenin mahiyeti, insanlığın bu anlayışa mahkûm olduğuna dair düşünce tahakkümü, küreselleşmeye gerek sistem ve gerekse sistem dışından gelebilecek yıkıcı saldırılar anlatılırken, son bölümde ise ABD'nin küreselleşen dünyada silah zoruyla da olsa tahakkümüne nasıl devam ettirmeyi düşündüğünü gösteriyor. Üç seri halinde yapılacak olan incelememizde bu kitabın bu ilk bölümünü bu ilk sayımızda okuyacaksınız.
 
Friedman, Küreselleşmenin fiîlî tarihini Berlin Duvarı'nın yıkılışıyla yani 1989, yılında başlatır. Ona göre daha önceki soğuk savaş döneminde kalan duvarlarla iki süper güç arasında bölünmüş ve irili - ufaklı yüzlerce devletçikten oluşan dünyamız bu süper güçlerden biri olan Sovyet Rusya'nın 1990 yılında çökmesiyle beraber yeni bir çağa ve yeni bir anlayışa girmiş bulunuyor. Adına o zamanlar '' Yeni Dünya Düzeni '' denen bu yeni çağda, artık ülkeler ve milletler arasındaki sınırlar ve örülmüş kalın duvarlar ve onun yerini pek tabii alternatifi olmayan Batı- Amerikan hayat tarzı ve siyaset anlayışı alıyordu. Friedman'a göre bu böyle olmalıydı ve olmak zorundaydı. Çünkü yıkılan eski dünyanın yerine onu yeniden kuracak yeni bir ideoloji- dünya görüşü olmadığı var olan ve dünyaya hâkim olmak üzere olan, Amerikan hayat tarzı istense de istemese de herkesin kabul etmek zorunda kalacağı bir vakıa idi. Buna karşı çıkıyor iseniz diyor Friedman, o zaman koyun ortaya ideolojinizi yani dünya görşünüzü. Evet kitaptaki hemen hemen her bölümde ve ısrarlı bir şekilde küreselleşme karşıtlarına böyle meydan okuyor Friedman: İyi ama kardeşim yerine neyi getireceksiniz ?
--’’ Sözünü ettiğimiz üç demokratikleşme süreci 1980’lerin sonlarında bir araya gelerek bütün duvarları yerle bir ettiğinde, serbest piyasa kapitalizmi dışındaki başlıca ideolojik seçenekleri de yerle bir etti. İnsanlar serbest piyasa ve küreselleşme dışındaki seçeneklerden söz edebilir , ‘ bir ‘’üçüncü yol ‘’ bulunması için diretebilirler; ama şimdilik böyle bir yol mevcut değil , ‘’ (1)…’’ Böylece Avrupa’da , Sovyetler Birliğinde ve Çin’de komünizmin - ve bu sistemleri koruyan bütün duvarların- çökmesiyle birlikte , serbest piyasa kapitalizminin Darwinci acımasızlığından hoşlanmayan insanlar , günümüzde gerçek bir ideolojik alternatiften yoksun kaldılar. ‘’ (2)
*Öncelikle küreselleşme sistemi, statik Soğuk Savaş sistemini tersine, süregiden dinamik bir süreç: Pazarların-ulus – devletlerin ve teknolojilerin karşı konulmaz biçimde, dünyanın daha önce hiç görmediği ölçüde bütünleşmesini içeriyor- bireylerin, şirketlerin ve ulus- devletlerin dünyanın dört bir yanına her zamankinden daha kolay , daha hızlı , daha derinden ve daha ucuza ulaşmasını sağlayacak ve aynı zamanda, bu yeni sistem tarafından itilip kalkılan ya da kenarda bırakılanlarda güçlü bir ters tepki yaratacak şekilde … Küreselleşmenin ardındaki yön verici düşünce , serbest piyasa kapitalizmidir. Küreselleşme serbest piyasa kapitalizminin hemen her ülkeye yayılması demektir. Küreselleşmenin de kendine özgü kuralları vardır . Dışa açılma, devlet denetimin azaltma ve özelleştirme unsurları etrafında dönen kurallar. Soğuk Savaş sistemini tersine, küreselleşmenin kendine özgü başat kültür vardır; sistemin homojenleştirme eğilimi buradan kaynaklanır. Kültürel açıdan, küreselleşme, tamamen değilse de büyük ölçüde Amerikanlaşmanın küresel ölçekte yaygınlaşması anlamına gelirse Big Mac’ten imac’e ve Mickey Mouse’a kadar... Küreselleştirmenin kendine özgü teknolojileri vardır; Bilgisayarlaşma, minyatürleşme, dijitalleşme ve internet. Bu teknolojiler de küreselleşmenin tanımlayıcı perspektifinin ortaya çıkmasına yardımcı olmuştur. Soğuk Savaş’ın tanımlayıcı perspektifi ‘’bölünme” idiyse , küreselleşmenin tanımlayıcı perspektifi ‘’bütünleşme’’dir. Soğuk Savaş sisteminin simgesi herkesi birbirinden ayıran duvardı. Küreselleştirmenin simgesi ise herkesi birleştiren dünya çapında bir iletişim ağı. Soğuk Savaş sisteminin tanımlayıcı belgesi “Pakt”tı. Küreselleşme sisteminin tanımlayıcı belgesi ise “iş sözleşmesi”dir. (3) *
*Soğuk Savaş ‘’dostlar’’ ve ‘’düşmanlar’’dan oluşan bir dünyaydı. Buna karşılık küreselleşme dünyası bütün dostları ve düşmanları ‘’rakipler’’ haline getiriyor. Soğuk Savaş’ın tanımlayıcı endişes , dünya çapında sabit ve istikrarlı bir mücadelede çok iyi tanıdığımız bir düşman tarafından yok edilme korkusuydu; küreselleşmenin tanımlayıcı endişesi ise göremediğimiz, dokunamadığımız , hissedemediğimiz bir düşmandan gelebilecek hızlı bir değişim karşısındaki korkudurve işinizin, topluluğunuzun, ya da işyerinizin en küçük istikrara taşımayan adı sanı konmamış ekonomik ve teknolojik kuvvetlerce her an değiştirilebileceği korkusu... Küreselleşme sistemi, her biri diğeriyle örtüşen ve diğerlerini etkileyen üç denge üzerine kurulu. Birincisi ulus-devletler arasındaki geleneksel denge. Küreselleşme sisteminde ABD artık tek ve başat güç konumunda; diğer devletlerin tümü şu ya da bu ölçüde ona bağlı. ABD ile diğer bütün devletler arasındaki güç dengesi, sistemin istikrarı açısından hâlâ önem taşıyor. Küreselleşme sistemindeki dengelerin ikincisi; ulus devletler ile küresel piyasalar arasında. Bu küresel piyasalar, bilgisayar faresine bir kez dokunarak dünyanın bir ucundan diğerine para aktıran milyonlarca yatırımcıdan oluşuyor. Ben bunlara ‘’elektronik sürü’’adını veriyorum. Bu sürü Wall Street, Hong Kong, Londra ve Frankfurt gibi dünyanın kilit küresel merkezlerinde toplanıyor. Böyle merkezlere de “süper piyasa” diyorum. Nasıl ABD üzerine bombalar atarak sizi yok edebilirse, süper piyasalar da tahvillerinizin değerini düşürerek sizi yok edebilir... Küreselleşme sisteminde dikkate alınması gereken üçüncü ve en yeni denge, bireyler ile ulus-devletler arasındaki dengedir. (4)
Friedman küreselleşmenin de ne demek olduğunu şöyle açıklıyor: “Bir sistem giderek artan sayıda insanı giderek çeşitlenen biçimlerde aynı anda etkiliyorsa , bu sistem küreselleşmedir.” (5) Bu etki sebebini şöyle açıklayacaktır Friedman: Dünyanın herhangi bir yerindeki en küçük bir olay bile dünyayı etkiler. Bu sebeble, bu olayı değerlendirirken dünyanın bütünün göz önüne alarak değerlendirmek gerekir yani parçayı bütüne göre açıklamak gerekir der. Dünya küçük parçalardan oluşmuş bir toplama değildir, der ; bir bütün ve herkes bu bütünde bir yer teşkil ediyor.
*“Bu insanlar” diye yazıyor iki Yale tarihçisi , “tablonun parçalarını görmede kusursuz derecede uzman olmakla birlikte bütünü görmede güçlük çekerler. Öncelikleri olabildiğince tasnif ederek her birine aynı anda ve ayrı ayrı eğilirler , ama her birinin diğerleri üzerindeki etkilerini pek dikkate almazlar .Büyük bir güvenle bir ağaçtan diğerine ilerler, ama kendilerini bir ormanda kaybolmuş buluverince şaşırırlar. Geçmişin büyük strateji uzmanları ağaçlar kadar ormanı da göz önünde tutarlardı. Bunlar genel bakış açısına sahip kişilerdi ve ekolojik bir perspektifle hareket ederlerdi. Dünyanın bir ağ olduğunu , bu uçta yapılan değişikliklerin diğer ucu da kaçınılmaz olarak etkileyeceğini , her şeyin birbirine bağlı olduğunu bilirlerdi. Ama bugün genel bakış açısına sahip insanları nerede bulacaksınız? Üniversitelerdeki ve beyin takımlarındaki hâkim eğilim, giderek daralan bir uzmanlaşmaya gitmek: Tek bir alana derinlemesine dalmak, birkaç alanı kapsayan çalışmalar yapmaktan daha çok prim topluyor.Ne var ki , bütüne ilişkin belli bir kavrayışınız yoksa- amaçlara ulaşmada ya da hayal kırıklığına uğramada araçları bir araya getirmenin önemine ilişkin bir sezginiz- yoksa strateji de olamaz. Strateji olmayınca da bilinçsiz bir sürüklenme olabilir. (6)
Küreselleşme sistem fikri yukarıdaki iktibastan da anlaşılacağı gibi bütün bir fikir, siyaset, ekonomi, v.s. anlayışı üzerine bina ediliyor. Bütün dünyada, Amerikan siyaseti, Amerikan tüketim anlayışı. Yani kısaca Amerikan hayat tarzı, çok üret hızlı tüket, spekülatif - borsa kumarlarıyla kısa zamanda zengin ol, ama olayların bu kadar hızlı aktığı- akıtıldığı bir dünyada hiç kimseye hiçbir şeye güvenme ! Çünkü her an her şey değişebilir, istikrar diye bir kelime kavrama küreselleşmiş dünyada yeri yoktur.
Yazar, hiçbir şeye güven olmadan yaşanılmayacağını bildiği için, daha doğrusu , insanların bir yere aidiyet duymadan yaşamasının mümkün olmadığını bildiği için , aidiyet duygusunun da bir güven hissi ile kendini gösterdiği fakat bu gibi temel insanı sıfatların küreselleşmenin önündeki en büyük engel olduğunu da gördüğü için kendince bir küresel aidiyetlik kavramı ortaya atmış . Kitabını da başlığını oluşturan ve “nefsle ruhun bir sentezi” diyebileceğimiz ‘’ Zeytin Ağacı ve Lexus ‘’ kavramını. O an da farkettim ki, Lexus ve zeytin ağacı aslında bu Soğuk Savaş sonrası dönemler için hiç de fena semboller değildi :
Dünyanın yarısı Soğuk Savaş'tan daha iyi bir Lexus ( lüks sınıfa ait bir Japon otomobil markası – F.D) üretme azmiyle çıkmıştı; küreselleşme sisteminde gelişip zenginleşebilmek için ekonomisini modernleşmeye, özelleştirmeye ve daha verimli kılmaya karalı görünüyordu. Diğer yarısı ise bazen de aynı ülkenin bir yarısı, bazen de aynı insanın bir yarısı ve hala hangi zeytin ağacı ( Filistin ile işgalci İsrail arasındaki toprak savaşlarını temsilen – F.D) kimin kavgasıyla uğraşıyordu. Zeytin ağacı önemlidir. Bizi bu dünyaya bağlaya, bizlere kimliğimizi kazandıran ve dünya üzerimizdeki yerimizi belirleyen her şeyi temsil eder ve ister aile bağlarımız, ister bir topluluğu, bir kabileye, bir dine ve her şeyin ötesinde “yurdum'' dediğimiz bir yere duyduğumuz bağlılık olsun. Zeytin ağacı bize ailenin sıcaklığını, birey olmanın hazzını, kişisel ritüellerin mahremiyetini, özel ilişkilerin derinliğini ve başkalarıyla buluşmak, onlarla karşılaşmak için duyduğumuz güven ve emniyeti veren şeydir. Bazen de zeytin ağaçlarımız için kıyasıya savaşırız; çünkü iyi tarafından bakarsak insan için ekmek kadar elzem bir şeyi, özgüven ve aidiyet duygusunu sağlar. Ama kötü taraftan bakarsak, ifrata varıldığında, eski zeytin ağaçlarımızı saplantı haline getirmek, başkalarının dışarıda bırakılması üzerine kurulu kimlikler, bağlar ve topluluklar icat etmemize yol açar...
2. Bölüm
*** *** ***
Peki , o hâlde Lexus neyi temsil ediyor ? Aynı ölçüde asli, insanlık kadar eski bir dürtünün ve hayatı idame ettirme, gelişme, refaha kavuşma ve modernleşme bugünün küreselleşme sistemi içindeki karşılığını temsil ediyor. (7) Yazar Lexus ve zeytin ağacı sembolleriyle, Ademoğlunun, ruh ve nefs kutupları arasında kendi varlığını ifade etme kavgasının sembolü olan , Habil ile Kabil arasındaki kavgayı misal almış . Lexus, nefsi temsil eden Kabil'i tedai ettirirken, Zeytin ağacı toprağa, yani ölüme bağlılığı temsil eden Habil'i tedai ettirmektedir. İnsanoğlu yaratılışından beri hep bu berzahta kıvranıp durmuştur. Aslında, insanlık tarihi nefsin hakikatini örtmeden onu ruhun emrine verme kavgasında hep mağlup olmuştur. Ruh'un emrine giremeyince de hepten nefsin yolu açılmıştır. İşte yine bu ikilemle karşı karşıyayız. Modernleşme döneminde ruhu ve nefsi , -aklî kanunlarla tarif etme ve dizginleme (ki, akıl hem ruhun, hem de nefsin emrindedir zaten.) projesi çökünce iş, tamamen zevkin iktidarına kalmıştır. Yani akılla tarif edilen ahlak , akılla tasarlanmaya - inşaya çalışılan insanlık, akılla çizilen topraktaki sınırlarda zaptedilemeyince iş, her şeyi her yerde serbest bırakma raddesine varmıştır. Ne eski dünya düzeninin topraklarımız olsun da isterse halkımız açlıktan ölsün, bunu sağlamak içinde halkı baskı altında tutarak onu düşünmekten alıkoymak, ilmî çalışmaları önüne geçmek , insan nefsinin hayatı rahat yaşama gerçeğini , görmezden gelerek ve yasaklayarak onu zaptetmeye çalışmak , siyasî mânâ, ulus devletler dünyası çökmüştür artık. Çünkü madde ve mânâda saf akılla çizilen sınırlar, yine bu saf aklın kendini aşma gayesi - bu ister ruhi isterse nefsi olsun - bu sınırları yırtıp atmıştır.Yırtıp atılan bu sınırların yerine, nefsin hakikatini inkar etmeden - onun hayattan zevk almak için yaratıldığı gerçeğini reddetmeden- ama dizginleyecek bir dünya düzenine girilemeyince iş herkesin her istediğini yapması anlayışına götürmüştür insanlığı. işte! küreselleşmenin insan tipi budur.
Güya ülkeler arasındaki o dogmatik sınırlar kalkacakken, kaldırılan yalnızca o olmamış, insanî - insanların kendi din, dil ve kavimlerine ait hususiyetler - sırlar yerle bir edilmiş ve Amerikanlılaştırılmış –homojenleştirilmiş, tek tip bir insan tipi ortaya çıkmıştır. Kitabın ilerleyen sayfalarında da görüleceği gibi, her şeyi paraya tahvil eden parayı kazanmak için üretimi değil, sanal-fiktif bir iktisadi düzen kurulmuş, her çeşit borsa spekülasyonu üzerine bina edilmiş bu iktisadi düzenle, hiçbir şeyden haberi olmayan milyarlarca insanın hayatı karartılmıştır an be ân. Batı, dün kurulmasını teşvik ettiği bu ulus (millî değil) devletçikleri bugün, küreselleştirilmiş demokrasi ve adına serbest piyasa kapitalizmi denen fiktif iktisadi oyunlarla yıkmakta, teslim alarak, şahsiyetsizleştirmekte ve yok etmektedir. Bu sömürülen halkların, o da Batı'ya onca faiz ödeyerek, yılların birikimiyle kurdukları ve sahip oldukları tüm malları ve paraları kısa bir zamanda ve hiç kimsenin ne olduğunu anlamadığı bir şekilde hep, Batı'ya akmaktadır. Bakın mekanizmanın işleyişini nasıl anlatmaktadır Friedman : *Telefonun öbür ucunda hiç kimse yok. Kabullenmesi zor, biliyorum. Tanrının olmadığını söylemek gibi bir şey. Hepimiz ipleri elinde tutan, sorumlu birinin varolduğuna inanmak isteriz. Ama günümüzün küresel piyasası birbirlerine ekranlarla ve iletişim ağlarıyla bağlı, Çoğu zaman adlarını bile bilmediğimiz, hisse senedi, tahvil, döviz takasçılarından ve çok uluslu yatırımcılardan oluşan bir elektronik sürü... Sürü de yanılabilir. O da hatalar yapar. Gereğinden çok tepki gösterir, niyet ettiğinden daha ileri gider. Ama eğer temellerin sağlamsa sürü bunu eninde sonunda anlar ve geri döner. Sürü çok uzun süre aptallık etmez. Sonunda her zaman, iyi bir yönetime ve iyi bir ekonomik politikalara cevap verir... Bugünün dünyasında hiçbir ülke elektronik sürüye bağlanmadan ilerleyemez ve bu sürünün kaçınılmaz taşkınlıkları karşısında korkuya kapılamadan ya da şoka uğramadan ondan en büyük faydayı öğrenmeyen hiçbir ülke ayakta kalamaz. Elektronik sürü evimizin içine kadar giren bir yüksek gerilim hattı gibidir. Sürü iki temel gruba ayrılır: Birinci gruba ben '' kısa boynuzlu sığırlar '' diyorum. Bu grupta dünyanın her yerinde hisse senedi, tahvil ve döviz alım satımıyla uğraşan ve paralarını çok kısa dönemli olarak oradan oraya taşıyabilen - ve genellikle taşıyan herkes - yer alır. Kısa boylu sığırlar döviz takasçıları, belli başlı yatırım ve emeklilik fonları, güvence fonları, sigorta şirketleri, bankaların menkul kıymet alım-satım departmanları ve bireysel yatırımcılardır. İkinci gruba '' Uzun boynuzlu sığırlar '' diyorum. Bunlar dış ülkelere doğrudan yatırımlarını hergün biraz daha arttıran, dünyanın her köşesinde fabrikalar kuran ve yine dünyanın her köşesinde kendi ürünlerini üretecek ya da monte edecek fabrikalarla uzun dönemli üretim anlaşmaları ya da ittifaklar yapan çok uluslulardır. Bunlara Uzun Boynuzlu Sığırlar dememin nedeni bir ülkeye yatırım yaptıklarında daha uzun vadeli bağlantılara girmek zorunda olmalarıdır. Ama bugün onlar bile, tıpkı bir sürü gibi, inanılmaz bir hızla koşuyorlar... * (8) Bu sürünün para kazanmak için para kazanmaktan başka hiçbir gayesi yoktur. Çoğu bir kibrit yapacak kudrete bile malik değildir. Tek bildikleri, spekülatif haberlerle istediklerini göğe çıkartırken - tabii bu paralarına para katmak için - istediklerini çukura gömerler - çünkü sağıla sağıla inekte süt kalmamıştır. O inek memelerine süt depolayıncaya kadar kimsenin dikkatini çekmez. Sömürülen ineğin depoladığı sütte, yine kendi sahibinin çayırında binbir emekle yetiştirilmiş meralardan elde edilmiştir. Küreselleştirilmiş iktisadî düzenin mahiyetini şöyle anlatmaktadır Friedman :
* Wall Street'in önde gelen tahvil komisyoncularından biri olan arkadaşım Lesley Goldvasser'in uzmanlık alanı, henüz çekilmemiş filmleri tahvile dönüştürmek. Bu sürecin nasıl işlediğini şöyle anlatıyor : '' Diyelim ki sen Minneapolis'te konut kredisi veren bir şirketsin ve yerel piyasada 100 adet kredi sözleşmen var. Bu sözleşmeler şirketine 100 milyon dolarlık gider yüklüyor ; anapara ve faiz ödemelerinden ise ayda 1 milyon dolar gelir getiriyor. Şirket piyasadaki bütün kredi sözleşmelerini tek paket haline getirip, isteyen herkesin tanesi 1000 dolardan alabileceği tahvillere dönüştürebilir. Burada şirketin avantajı , bütün o insanların konut kredilerini otuz sene içinde ödemelerini beklemeden 100 milyon dolarını hemen geri alabilmesidir. Tahvil sahiplerinin avantajı ise her ay şirkete giren ana para ve faizlerle kendilerine ödeme yapılmasıdır; ayrıca alacakları faiz bir para piyasasının ya da bir tasarruf hesabının vereceğinden biraz daha yüksek olacaktır. Üstelik tajviller gerçek konutlarla desteklendiğinden ve her pakette genelllikle yüzlercesi olduğundan , içlerinden bir kaçı ödenmese bile geriye kalanların çoğu borçlarını düzenli olarak ödeyecektir. Bu uygulama ister istemez şöyle bir düşünce doğurdu :
Madem konut kredileri paket haline getiriliyor , neden Hollywood filmleri, hatta henüz çekilmemiş olanlar da getirilmesin ? Diyelim ki bir film şirketin var, ama bir kredi notun yok . Bu durumda benim yatırım bankam, şirkete ait 10 adet film projesini bir paket haline getirir. Çekim aşamalarında olmaları bile gerekmez, üzerinde çalışıyor olmanız yeter . Sonra geçmişteki benzerlerini esas alarak , bu on filmin piyasa başarılarına ilişkin istatiksel bir analiz yaparız: Biri gişe rekoru kıracak , biri iyi iş yapacak , ikisi daha az iş yapacak. İkisi iş tutmayacak , dördü de aşağı yukarı maaliyeti çıkaracak . Bu olasılık hesabına daynarak, beş yıllık bir süre içinde şirketin ne kadar kazanacağını hesaplarız. Diyelim ki filmlerin toplam 500 milyon dolara malolacağına ve 600 milyon dolar kazanacağına karar verdik . Bu durumda senin şirketine , 3 yıllık bir hazine bonusunun verildiğinden bir ya da iki puan yüksek faizle 400 milyon doları veririz. Çekim maliyetinin 100 milyon dolarını bulmakta sana düşer . Sonra senin film şirketine verdiğimiz 400 milyon doları tanesi 1000 dolardan satılan tahvillere dönüştürürüz. Bu tahvillerin ana parası ve faizleri , sen primleri tamamlayınca satılacak olan biletlerle ödenir. İşte böylece, kredi notu olmayan küçük sermayeli film şirketin , filmlerini çekmek için gerek duyduğu ve bir bankadan asla alamayacağı parayı bulmuş olur . Tahvilleri satın alan yatırımcı da bunların bir parçasını satın alma ve normal olarak bir bankadan elde edeceğinden biraz daha yüksek gelir elde etme fırsatını yakalar.İşte süreç budur.Yaptığın , imal ettiğin ya da sahneye koyduğun şey belli bir zaman dilimi bazında istatiksel olarak tahmin edilebilen bir gelir ürettiği sürece onu tahvile dönüştürebiliriz. * (9) İşte dananın kuyruğu da burada kopmaktadır zaten. Siz elinizdeki şirketin hissesini tahvil haline getirip spekülatif piyasaya sunduğunuz noktada ipleri de spekülatörlerin eline bırakmış olursunuz.

Dikkat edin yukarıda anlatılan metotta henüz ortada üretilen hiçbir şey yokken , inanılmayacak gelir elde mümkün olduğu gibi , henüz daha işe bile başlamamış firmanız müthiş bir borç batağına düşerek iflasa sürüklenebilir. Bu yolla , sömürülen ülkeler de dolar bazında yıllık %300 ' e kadar net kazanç elde edilebilmektedir. Bu yolladır ki Güney Kore'nin dev şirketleri aldıkları kredilerle üretim üzerine üretim yaparken ve depoları tıklım tıklım doluyken , biriken stokları satmakta zorlanırken bu şirketlerin hisselerini elinde tutan Batılı spekülatörler - bunların en büyük araçları , standart & Pors ve Moody's 'dir - ve dev firmalar , yaydıkları spekülatif haberlerle önce Güney Kore ve şirketler hakkında oluşan güveni yıkarlar daha sonra da vadesi gelmemiş borçları tahsile kalkarlar ve en nihayetinde de uluslar arası borsalar değerini bir hiçe indirdikleri ülkenizi ve şirketlerinizi bedavaya kaptırırlar. Asya krizinin 10 yıl önce Wall Street'te planladığına dair bir haber de , bir bankada uzman olarak çalışan ve spekülatif piyasalarda uzman olan Gaye Yılmaz , 1 Mayıs 2000 tarihinde Milliyet Gazetesi'nde yayınlanan röportajında şöyle bir sonuca varmış : Gaye Yılmaz , başarılı finansçı, sıkı bir borsacıydı. Körfez Savaşı'nda kar için 'ölümü' desteklediğini farketti . O şimdi bir küreselleşme karşıtı.
ASYA KRİZİ PLANLANMIŞTI
MAI karşıtı mücadele süreci nasıl başladı ? 1996 yılında gelen teklif üzerine DİSK'te çalışmaya başladım. Finans piyasalarının emek üzerindeki etkisini araştırıyordum.Daha sonra Asya otomobil piyasaları üzerine raporlar okudum ve arkasından 1997 yılında Asya krizini gördüm . Bu çökertme hareketinin 1991 yılında Wall Street'te planlanmış bir oyun olduğunu da yıllar sonra öğrenecektim . 1998 yılında MAI kavramı ile tanıştım. Bir gazete de gördüğüm bir küçük haber de '' Yabancı şirketler devletleri dava edebilecek tazminat isteyebilecek '' yazıyordu. Siyanürle altın üretimine karşı verilen mücadeleyi bildiğim için yatırımcı firma olan Eurogold, '' Bergama'da altın çıkarmasa bile bedelini alabilecek '' diye düşündüm.
Kaynakça :
1- Lexus ve Zeytin Ağacı Küreselleşmenin Geleceği - Thomas Friedman , s. 123 Boyner Holding Yayınları , 2000 .

Kaynak: LEXUS VE ZEYTİN AĞACI VESİLESİYLE YENİ BİR İŞGAL VE SÖMÜRGECİLİK: KÜRESELLEŞME ÜZERİNE BİR DENEME – 1. Bölüm - FAZIL DUYGUN

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kissinger: Dijital Dünya düzenine geçişte, İlk önce Müslümanlar kül olacak!

17-25 Aralık FETÖ Darbesini 16 ay önce yazan gazeteci

Sayın Mustafi Başbakan