Boris Johnson’un Zaferi ve Küreselcilerin İngiltere’deki İkinci Ağır Yenilgisi


Fazıl Duygun
İngiltere’de 23 Haziran 2016 tarihinde gerçekleştirilen ve bütün dünyayı şoke eden, AB’yi ise büyük bir kaosa sürükleyen “Brexit” referandumundan bugüne nasıl gelindiğini kısaca özetleyelim.
23 Haziran 2016: İngiltere halkı, ülkelerinin AB’den çıkıp-çıkmamasını oyladı. Brexit adı verilen referandumda, İngilizler %52 ile “Brexit’e-AB’den çıkışa evet” dedi.
Referandumdan hemen sonra iktidardaki Muhazafakâr partinin lideri ve Başbakan James Cameron istifasını verdi, çünkü kendisi Brexit’e karşıydı.
Daha sonra, yeni başbakan yine muhafazakâr partiden ve yine Brexit karşıtı olan Theresa May’e verildi. Brexit’e karşı olan May, İngiltere’nin AB’den çıkış sürecini yönetecekti. Aslında, yönetmek adı altında süreci baltalayacak ve İngiltere’nin AB’de kalması için yeniden referandumun alt yapısını hazırlamaya çalışacaktı. Theresa May için, AB’nin yayın organı Euronews şöyle demişti:
Brexit’e karşıydı, Brexit için geldi, Brexit sonu oldu: İngiltere Başbakanı May görevi bırakıyor.Ekonomik savların açık olduğunu düşünüyorum. 500 milyon nüfuslu ticaret bloğunun bir parçası olmanın bizim için önemli olduğunu düşünüyorum. Bence meselelerden biri, bir çok insanın İngiltere AB üyesi olduğu için İngiltere’ye yatırım yapmış olması.”
Bu sözler Brexit referandumundan bir ay önce İngiltere’nin AB’de kalması için kampanya yürüten dönemin İçişleri Bakanı Theresa May’e ait. Ancak 23 Haziran 2016’da gerçekleşen AB referandumunda yüzde 52 oyla Birlik’ten ayrılma sonucu çıkması ona İngiltere başbakanlığının kapısını açtı. Başbakan David Cameron'ın istifa etmesiyle May için zorlu süreç başladı.

Neden istifa etti?

May, AB ile yaptığı Brexit anlaşmasını üç kez parlamentoda oylamaya sundu, ancak destek alamadı.
Ana muhalefetteki İşçi Partisi ile bu konuda yapılan görüşmeler de sonuç vermedi.
May, istifa kararını açıklamadan 1 gün önce,(24 Mayıs 2019) günü parlamentoda yaptığı konuşmada, Brexit anlaşmasının onaylanması halinde, ikinci referandum konusunda da oylama yapma teklifinde bulunmuştu.
Nitekim, 13 Aralık 2019 tarihindeki seçimleri ezici bir çoğunlukla kazanan Boris Johnson, kendisinden önceki Başbakan Theresa May hükümetinde Dışişleri bakanıydı ve May’in “Brexit sürecini oyaladığı gerekçesiyle” Brexit Bakanı David Davis’e  birlikte, 9 Temmuz 2018’de istifa etti.
Brexit  sürecinde, İngiltere’yi en çok zorlayan 3 şey; AB ile İrlanda sınırı konusu, AB’ye olan mali yükümlülüklerin karşılanması ve eski bir  İspanya toprağı, şimdilerdeyse özerk bir İngiltere toprağı(!) olan ve üssünün bulunduğu Cebelitarık Boğazı’ndaki  bölge konusuydu. 300 yıldır İngiltere ve İspanya arasında çözülemeyen bir sorun olan bu bölgenin, İspanya'nın yoğun tepkisine nedeniyle, Brexit anlaşmasının dışında bırakıldı. İspanya ve İngiltere Cebelitarık sorununu daha sonra iki taraf arasında yapılacak başka bir anlaşma ile çözme noktasına uzlaştı. İngiltere’nin AB’ye ödemesi gereken malî yükümlülüğünse 100 milyar Euro’yu bile geçebileceği söylendi.
İrlanda sınır meselesi ise, Kuzey İrlanda’daki Özer Cumhuriyet’in ana kara, İrlanda Cumhuriyeti’nin devamı olması ve buradaki sosyal-siyasi karmaşanın, AB Gümrük kapısı rolünü nasıl yerine getireceği konusuydu. AB üyesi İrlanda, geçişlerin bu kapıdan gümrüksüz olmasını istiyor, İngiltere ise malların buradan İngiltere’ye gümrüksüz gireceği endişesiyle buna itiraz ediyordu. (Bu sorunlar hâlâ çözülmüş değil). Öte yandan, İngiltere’ye bağlı İskoçya ve Galler de, AB’de kalmak istiyorlar. Şayet İngiltere AB’den ayrılırsa, Birliği oluşturan bu 2 bölge, günümüzde İngiltere’den ayrılıp, bizzat AB’ye katılmak istiyor. 
AB ile anlaşmalı bir süreç başarılamazsa (ki, 3. 5 yıldır başarılamadı) Boris Johnson, anlaşmasız ayrılığa gideceklerini ifade ederek, istifa ettikten 1 yıl sonra başbakanlık koltuğuna oturdu.
Zaten, hızlı bir Brexit’in taraftarıydı ve Brexit referandumu propagandasındaAB'de kalırsak 77 milyon Türk İngiltere'ye gelecek” yalanıyla Brexit'i tetiklemişti.
Brexit karşıtı ve Brexit sürecini yönetecek (yönetmeyen, baltalayan) Theresa May, ülke içindeki ulusalcı güçlerle, ABD’de başkanlığa oturmuş olan, ABD milliyetçisi Trump’ın tepkisini çekmişti. Trump, May’e açıkça hakaret ediyordu. Trump, 9 temmuz 2019’da, Twitter hesabında şunları yazdı: "İngiltere’nin ABD’ye mecbur bıraktığı kaçık Büyükelçi bizim de bayıldığımız biri değil ve çok aptal bir adam. Büyükelçi, Brexit sürecinin ne kadar kötü yürütüldüğü konusundaki eleştirime kızmak yerine,  Başbakan May ile kendi ülkesi ve başarısız müzakereleri hakkında konuşmalı. Bu anlaşmanın nasıl yapılacağını May'e söyledim ancak o kendi aptalca yolundan gitti ve bunu başaramadı. Tam bir felaket! Büyükelçiyi tanımıyorum ama bana kendini beğenmiş bir aptal olduğu söylendi. Ona ABD'nin dünyanın her yerinde en iyi ekonomi ve askerlere sahip olduğunu ve her geçen gün daha da büyüyüp güçlendiğini söyleyin. Teşekkürler sayın başkan!"
Aynı Trump, Boris Johson’a açıkça destek verdi ve Britanya'ya yapacağı resmi ziyaretin arifesinde The Sun gazetesinde yayınlanan bir söyleşide, ABD Başkanı Donald Trump, Boris Johnson'ın Theresa May'in halefi olması isteğini dile getirdi. Sunday Times'ın yaptığı bir başka söyleşide ise Britanya'ya, gerekirse anlaşmasız olarak AB'den ayrılmayı tavsiye etti. ( 3 Haziran 2019)
Nitekim B. Johson, 23 Temmuz 2019’da başbakanlık koltuğuna oturdu ve adeta Trump’ın çizdiği yol haritasını takip etti.
Trump sadece Theresa May’e değil, ilk resmi ziyaretinde, İngiltere Kraliçesi Elizabeth’e de hakaret etti. Aynı Trump, Brexit süreci hızlanınca, bu sefer, ikinci ziyaretinde Kraliçeye övgüler düzdü.13 Temmuz 2018 tarihli ilk ziyaretinde Trump, İngilizlere göre, bütün dünyanın gözü önünde, Kraliçeye şu 3 hakaretamiz davranışta bulundu:
1-     Kraliçeyi 25 dakika beklemiş
2-   Kraliçenin önünde eğilmemiş
3-   Kraliçenin önünde yürümüş
Aynı Trump, 5 Haziran 2019 tarihli İkinci Londra gezisinde, soylu olmayanların Kraliçe Elizabeth'e dokunması yasak olmasına rağmen, Kraliçe tarafından Buckingham sarayında şerefine verilen yemekte defalarca Kraliçeye dokundu.
 Trump, kendisinin Londra’ya gelmesini istemeyen ve Küreselcilerin adamı Londra belediye başkanı Sadık Han için de şunları söyledi:
"Anlatılanlara göre Londra Belediye Başkanı olarak çok kötü bir iş çıkaran Sadık Han, İngiltere'nin en önemli müttefiki olan ABD'nin ziyarette bulunan başkanına karşı aptalca bir edepsizlik göstermekte. Bana değil, Londra'daki suçlara odaklanması gereken tam bir ezik."
AB Süreci Kontrol Edemiyor
 Londra cephesinde bunlar yaşanırken;  ABD ve Rusya tarafından sıkıştırılan ve kendi içerisinde, aşırı sağ-sol popülist partilerin seçim zaferleriyle şok üstüne şok yaşayan AB, Trump’ın başta Çin olmak üzere, AB’ye de uyguladığı “yüksek gümrük” vergileriyle, ekonomisi gittikçe sarsılmaya Rusya’ya karşı, AB içindeki Doğu Avrupa ülkelerini yanına çeken ABD ve NATO’nun komutanı Pentagon karşısında ezilmeye devam etti. Katalonya’nın bağımsızlık ateşini söndüremeyen ispanya’nın sorunu da ayrı bir dertti.
Fransa ve Almanya, ABD-Pentagon etkisindeki NATO’dan kurtulabilmek için bir AB ordusu, “Pesco” kurma kararı aldı.
Trump’tan sürekli fırça yiyen ve neredeyse kendi başkentinde “ Biz olmasaydık, Alman tohumu olurdunuz” hakaretine maruz kalan, küreselci Macron yönetimindeki Fransa, Sarı Yeleklilerin eylemleriyle, kendi içinde boğuşma derdine düştü. Almanya ise, yine aşırı sağ popülistlerin ve Nazilerin artan gücüyle, Ukrayna’da, Rusya karşısında düştüğü ABD tuzağıyla, Orta Doğu’dan dışlanmışlığıyla,  boğuşmaya devam ediyor.
Almanya, Rusya'dan doğal gaz getirecek olan Nord Stream-2 (Kuzey Akımı-2)projesine, ABD'nin ambargo uygulayacağı uyarısına çıldırdı neredeyse ve Şansölye Merkel: "ABD Almanya'ya savaş ilan etti." diyebidi. 
İşte böyle bir ortamda,  geçtiğimiz mayıs ayındaki Avrupa Birliği Parlamentosu seçimlerinde, İngiltere’deki  Muhafazakâr Parti resmen eridi. Seçimlerde ilk sırayı, Batı dünyasındaki gerçek Anti- Siyonist Cornby liderliğindeki İşçi Partisi aldı. Muhafazakâr Partiden ayrılanların seçimlerden 4 ay önce kurduğu “Brexit Partisi” oyların %32’sini alarak, ikinciliği elde etti. Neticede, May süreçle birlikte tasfiye edildi ve İngiliz milliyetçileri iktidarı ele aldı. Boris Johnson, koltuğa oturur oturmaz, “AB’den anlaşmasız ayrılığı” meclisten geçiremeyeceğini anlayınca, 24 Eylül 2019 tarihinde aldığı bir kararla, İngiliz Parlamentosunu (Avam ve Lordlar Kamaraları), 31 Ekime kadar tatil etti. Bu kararını da, İngiltere-Birleşik Krallık Kraliçesi Elizabeth’e onaylattı. Bu karar, Demokrasinin beşiği İngiltere’de “demokrasiye vurulan en büyük darbe” tartışmasını da beraberinde getirdi.
İngiliz Yüksek Mahkemesi, Kraliçe’nin onayladığı “meclisin tatil edilmesi” kararını iptal etti ve Boris Johnson, kendisine muhalif olan meclisin “AB ile anlaşmalı olarak ayrılalım, onların tezlerini kabul edelim” teklifine, parlamentoya rest çekerek, erken seçim kararı aldı. Seçimlerde, tam bir mutlak galibiyet elde etti. Öyle ki, Boris de Pfeffel Johnson, temmuz ayında liderliğe geldiği Muhafazakar Parti’ye, 650 üyeli parlamentoda, 365  milletvekiliyle Margaret Thatcher'ın 1987'deki seçim zaferinden bu yana büyük seçim zaferini kazandırdı. Johnson liderliğindeki Muhazafakâr Parti % 43,6 oy oranıyla, 364 sandalye kazandı. Brexit Partisi ise, Johnson lehine en az 300 seçim bölgesinde (650 seçim bölgesi) aday göstermedi.
Boris Johnson, AB’ye düşmanlık konusunda o kadar öfkeli ki, AB’nin 2 motorundan biri olan Fransa için, BBC’deki bir programda şu sözleri kullanabilmişti: B.klar!
BBC bu sözleri sansürlemişti, sansürlemesine ama Johnson başbakanlığa yürümeye başlayınca, bu sözler de piyasaya sürüldü. https://tr.sputniknews.com/avrupa/201906281039509364-bbcnin-sansurledigi-belgesel-mustakbel-ingiltere-basbakani-boris-johnson-fransizlardan-boktan-diye/
Brexit süreci bütün bu aşamalardan geçerek, AB ve İngiltere’yi sarsarak, İngiltere içerisinde, Ulusalcılar (Kraliyet taraftarları) ile  Küreselciler (City of London, Finans kapital) arasındaki savaşın daha da şiddetlenmesine ve açıktan yürütülmesine de yol açtı.
Brexit ateşini yakan kimdi?
3.5 yıl önceki Brexit referandumunun benzini ve ateşi, Buckingham Sarayında, İngiliz Lordlarına verilen bir yemekte, Kraliçe Elizabeth’in “bana, AB’de kalmak için 2 neden söyleyin!” dediği iddia edilen sözleriyle hazırlandı.
İşte bu sözlerle bünyeleşen ve İngiliz halkında karşılık bulan Brexit süreci, kendilerine göre bir tarih çizelgesi çizmiş olan”Küreselciler” dediğimiz güçlerin dünya siyasetine büyük bir darbe vurdu ve aynı zamanda, büyük bir kavganın fitilini de ateşlemiş oldu.
Londra, 350 yıldır dünyaya yön veren ve bazen kavgalı bazen beraber hareket eden 2 büyük gücün yaşadığı bir yer. Bunlardan birincisi, İngiliz Kraliyet hanedanında vücut bulmuş olan, İngiliz milli/ulusal devleti, diğeri ise; kökenleri, taa eski Roma ve eski Mısır’a kadar giden, Masonlar-Tapınak Şövalyeleri- Gülhaçlar-Illuminati ve tek başına, bugünkü küresel çaptaki, Apple başta, trilyon dolarlık 5 şirketin toplamından  daha büyük ekonomik güce sahip olan “East Indian Company-Doğu Hindistan Şirketi"nin  de sahipleri olan, “ezoterik-okültçü-hermetik” ve felsefe, edebiyat ve teknoloji alanında derin bir kültüre sahip, müthiş bir insan kadrosu ve birikimi olan “Küreselciler” dir.
Londra, Küreselcilerin dünya siyasetine açıktan çıktığı ve yön verdiği ilk merkez diyebiliriz. ABD’ye bile buradan gittiler ve kurdular. İngiltere-ABD ve Avrupa tarihini bütün yönleriyle öğrenmek isteyenler, Alev Alatlı’nın Turkuvaz yayınlarından çıkan ve 10 cilde tamamlanacak olan  “Nasihatname:Hazafazanallah, Fesüphanallah” başlıklı ilk 2 kitabını okuyabilirler.
Bu kavga aynı yıl, yani 2016 Kasımında, ABD’de Trump’ın sürpriz bir şekilde (bizim için sürpriz değildi) seçilmesiyle, ABD başta bütün dünyada alevlendi. Trump başa geçer geçmez, Küreselecilerin imzalattığı “ Transanlatlantik Ticaret anlaşmasıyla, Transpasifik Ticaret anlaşmalarını” iptal etti. Kanada-ABD ve Meksika arasındaki 20 yıllık NAFTA anlaşmasını, ABD lehine yeniletti. Yani, Küreselcilerin düzenine büyük bir çomak soktu. Yetmedi, ABD’den taşınan Küreselcilerin yeni mekanı Çin’e büyük gümrük vergileri uygulayarak, onlara resmen savaş açtı. Nitekim bu savaşını da, 24 Eylül 2019 tarihinde, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda yaptığı konuşmasında şöyle ilan etti: "Gelecek küreselcilerin değil vatanseverlerindir" 

Brexit ateşini yakan Kraliçedir dedik. Kraliçe’nin, Nazi selamı verdiği fotoğraflar bile servis edildi. İngiltere Kraliçesi 2. Elizabeth'in 1933 yılında "Nazi selamı" verirken çekilen görüntüleri ortaya çıktı.

18 Temmuz 2015 tarihli medya haberleri, İngiliz kraliçesi hakkında bu haberlerle doluydu.

Şu iyi bilinmelidir, İngilizler asla tek ata oynamaz. Nitekim AB’ye bu kadar şiddeti karşı çıkan Kraliçe Elizabeth İngiliz parlamentosunun 2017 yılındaki açılış toplantısına, AB’ye mesaj verecek şekilde, üzerinde, yıldız şeklinde, 5 sarı çiçek bulunan,  mavi bir şapkayla çıktı.

Ancak şu var ki, ABD’deki derin İngiltere (Trump’ın arkasındaki halk ve derin devlet desteği) eski anavatan İngiltere’yi de, kendine uymaya zorluyor. Boris Johnson, ABD’nin İngiltere’deki karşılığıdır. Nitekim iki lider, Johnson başbakan olduğundan beri, süreci beraber sürdürüyorlar.  

Johnson, 3 gün önce, ilk adım olarak, Küreselcilerin Finans toplantısı ve karar merkezlerinden Davos Toplantılarına, İngiliz bakanların gitmesini yasakladı. İngiliz parlamentosu bugünkü oturumunda, 3.5 yıldır bir türlü karar veremediği “Avrupa Birliğinden ayrılık yasa tasarısı”nı 358 oyla kabul etti.

 İngiltere seçimleri, sadece İngiltere’yi AB’den ayırmayacak, yani sadece AB’yi parçalamayacak. İngiltere içerisinde, Birleşik Krallık’ı meydana getiren İskoçya’nın İngiltere’den ayrılmasının fişeğini ateşledi. Ancak burada İskoçya’nın önündeki en büyük engel,3 yıldır özerk Katalonya bölgesinin bağımsızlık iradesini bir türü önleyemeyen İspanya’nın, İngiltere’nin yer alamsı oldu.

Nitekim Küreselci finans baronlarından Jim Rogers, İngiltere’deki seçim sonuçlarıyla beraber, “sadece AB dağılmayacak, buna sebeb olan İngiltere de dağılacak “ diyerek, İskoçya ve Galler üzerinden İngiltere’yi tehdit etti.

Şu an Küreselcilerin hakim olduğu ABD Kongresinin alt kanadı olan Temsilciler meclisindeki “azil” soruşturmasını atlatması beklenen Trump’ın, 2020’deki seçimleri de kazanmasıyla birlikte (hemen herkes kabul etmeye başladı) Küreselcilere karşı yürütülen ve arada (Yahudi Siyonist ideallere inanmış, onları destekleyen ve Pentagon’da örgütlenmiş Evanjelistlerden oluşan Neoconların) da bulunduğu “üçlü” bir savaş, bütün dünyayı sarmış durumda. Bu “üçlü” yapı, hemen hemen her devlette kapışıyor.  Bu kapışmanın ana merkezlerinden birisi de Londra. Çünkü tarih boyunca “Küreselcilerin ve şu an onlarla mücadele eden Hristiyan-Yahudi Siyonistlerin merkezi konumunda olan bir yerdir, Londra.

İskoçya-İngiltere Birlik Anlaşması 1707

Üzerinde anlaşılan tasarıya göre, birleşen iki krallık tek bayrak altında ve tek bir parlamentoyla yöne­tilecekti. Herkes Büyük Britanya ile dominyonlarında ticarette eşit haklara sahip olacak, aynı vergileri ödeyecekti. İskoçya kendi kilisesine, mahkemelerine ve özel yasa­larına sahip olmayı sürdürecekti.  İskoçya Avam Kamarasında 45,Lordlar Kamarasında 16 üye ile temsil edilecekti.  İskoç Parla­mentosu bu önerileri, Birleşme Yasası adıyla kabul etti. Daha sonra İngiliz Parlamentosu da aynı yasayı 6 Martta onayladı.1 Mayıs 1707'de her iki parlamentonun da varlığı sona erdi ve birleşme resmen yürürlüğe girdi. Bu Birleşme yasası ile Büyük Britanya resmen kurulmuş oldu ve varlığını günümüze kadar sürdürdü.
İskoçya’da, 2014 yazında bir “İngiltere’den ayrılık referandumu gerçekleştirildi ve İskoçya halkı, %58 gibi birlikten yana oy kullanarak, ayrılığı reddetti. Ancak şimdi konjüktür değişti ve yeniden ayrılmak istiyorlar.

Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kissinger: Dijital Dünya düzenine geçişte, İlk önce Müslümanlar kül olacak!

17-25 Aralık FETÖ Darbesini 16 ay önce yazan gazeteci

Sayın Mustafi Başbakan