Gül'e Hangi General "Vize" verdi?
Bu yazı, AK Parti içerisindeki, Davutoğlu-Gül-Arınç v.s. kliği
üzerine, bölge Postası’nda yazdığım seri yazının 10. Bölümüdür.
Yazıma bu girizgâhla
başlamamın sebebi, (ABD-AB merkezli) küresel çetenin, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve
Türkiye’nin kendi iç dinamikleriyle kendine bir yol çizmesini önlemek için,
artık içerdeki işbirlikçilerinin yeterli olmadığını görmesiyle birlikte, kendilerinin de açıkça destek vererek,
eski-yeni, bütün işbirlikçilerinin hepsini birden sahaya sürmeye başlamasıdır.
Kibar ve politik bir tabirle, “Mustafi Başbakan”
diyebileceğimiz ancak, siyasî bir gerçeğin halk gözündeki algısına göre,
azledilen eski Başbakan Ahmet Davutoğlu, bugünlerde yıllarca beraber hareket
ettiği, AK Parti içindeki ve dışardan destekli klikle beraber yine gündemde.
Daha doğrusu, bu sefer gündemi belirleyen, bu kliğin kurgu odasındaki rejisörü,
İngiliz Kraliçesi’nin Gül’ü, ekibiyle artık görünür olarak başrolde. Bir
anayasa değişikliğiyle beraber, Cumhurbaşkanlığı sisteminin mecliste
görüşülmeye başlayacağı önümüzdeki Ocak ayında, Aydın Doğan’dan tutun da,
Kraliçe’nin Siyasî aşkı Gül’le görüşmek için, Kayseri’ye bir ayda üç defa giden
İngiltere’nin Ankara Büyükelçisi Richard Moore’a kadar, iç ve dış odaklar yine
hareketlendi. Aslında toplum gözünde ıskartaya çıkmış bu odaklar içerisinde,
beni en çok güldürense, Cüneyt Zapsu’dur. Bir Pentagon Hizmetlisi Olarak Cüneyt Zapsu Sapkın Ilımlı İslam projesinin öncü uygulayıcılarından biri olan, Zapsu,
C.Başkanı Erdoğan’ın 2003 yılındaki ilk başbakanlığı döneminde, gayr-î resmi
Pentagon sözcüsü olarak o kadar havalara girmişti ki, ABD Donanmasının Florida/
Tampa’daki karargâhından şu sözlerle hava atabiliyordu: “(Erdoğan) çok havalanmasın, onu oraya biz getirdik. Beyaz Saray’a
açacağım bir telefonla işi biter!” FETÖ’yle 20 yıldır içli-dışlı olan
Zapsu, 2003 Yılında, Irak’ı işgal eden ABD askerleri tarafından,
Süleymaniye’deki Türk askerinin başına çuval geçirilmesinin birinci faili olan,
küresel çetenin bu tüccarı, 2006 yılında çayırlara yayılarak, Ayşe Arman’a
verdiği röportajda üstü örtülü bir şekilde
“Erdoğan’ın üstündeyim” havasını vermeye çalışıyordu. Yine aynı yıl,
ABD’lilerle gerçekleştirdiği bir görüşmede aynen şu sözleri yumurtlamıştı: “
“Bu adam (yani Başbakan Erdoğan) dürüst bir adam. Kendi inançlarına sahip ve bu
inançlarında samimi. Lütfen şunu yapmaya çalışın... "Sömürmek" kötü
bir kelime, ama kullanmak... Bu adamdan
yararlanın. Çünkü bu kişinin çok itibarı var, hem kendi inançları nedeniyle
Müslüman dünyasında, hem de Batı tipi demokrasiye inanıyor. Bence onu devirmeye
çalışmak, delikten aşağı koymak yerine onu kullanın... Burada ve Avrupa'da
bundan yararlanmalısınız. Teklifim budur.” Küresel çetenin içimizdeki bir
işbirlikçisi olarak, kendisini ABD’lilerin gözünde böylesine büyüten ve
milletin seçtiği bir başbakana yapılabilecek en büyük hakareti edebilen birisi
olarak cezasını, o günden bu yana da (12 yıl), Erdoğan'ın bir daha Zapsu’yu yanına
yaklaştırmamasıyla aldı.
İngilizci Abdullah Gül Nasıl Cumhurbaşkanı Oldu?
Bilinenin aksine, (o zaman Başbakan olan ) Erdoğan, Abdullah
Gül’ü hiçbir zaman Cumhurbaşkanı seçtirmek istemedi. Çünkü Erdoğan, Gül’ün sıkı
bir İngilizci olduğunu çok iyi biliyor ve bunun hem kendisi, hem partisi ve hem
de Türkiye için bir tehlike oluşturacağını hissediyordu. TC’nin Batıcı bir zihniyete dönüştürülmesinde büyük bir etkisi olan
İngiltere, özlelikle C. Başkanlığı üzerinde mutlaka kendisine yakın birini
görmekten vazgeçmedi. Bu durum, Amerikancı darbeci Kenan Evren ve halkın
lideri Rahmetli Özal’la birlikte biraz olsun akamete uğradı ama Erdoğan Reis
seçilene kadar bu sistem işledi.
2007 yılı Nisan ayında, yani C. Başkanlığına aday gösterme
süresinin son günlerinde, Ak Parti içerisinde, kimin Cumhurbaşkanı aday olarak
gösterileceği tartışması yaşandı. Dinozorlaşmış, Batıcı kesimin temsilcisi CHP
ve yargıyı elegeçirmiş bu azgın azınlık, AK Partiden birinin, özellikle de
Erdoğan’ın C. Başkanı adayı olmaması için her türlü entrikayı çevirmeye
başladı. Erdoğan, sonradan wikileaks belgelerinde ve bazı şahitliklerle
görüleceği gibi, Abdullah Gül’ü değil, dönemin Milli Savunma Bakanı Vecdi
Gönül’ü aday göstermek istiyordu. Çünkü böylece süreç çok daha sarsıntısız ve
Erdoğan’ın gelecekteki plânlarına uygun bir şekilde işleyecekti. Ama Ak Parti o
devir itibarıyla henüz, çeşitli grupları temsil eden ve çeşitli kliklerin
ittifak ettiği, bir koalisyon çatısı altında toplanmış bir parti
görünümündeydi. Yani daha tam olarak “Erdoğan’ın Partisi” durumunda değildi.
Bilinenin aksine Erdoğan bir kriz adamı değildir, dik durur
ama işi de krize götürmeden, pratik
yollarla çözmenin tecrübesine sahiptir. Kriz
çıkarmak ise, parti içieriside, daha çok sessiz ve sakin görünen kliklerin
eseridir. İşte aday belirleme toplantısında, Erdoğan’ın Vecdi Gönül
teklifine, 15 Temmuz işgal girişiminden sonra bana ahmak diyebilirsiniz diyen,
FETÖ'cüler için cübbemi giyerim diyen, ihtiyar ahmak Bülent Arınç rol alarak şunları söyledi: (Erdoğan’a)Ya siz, ya Gül ya da ben!
Üçümüzden biri aday gösterilecek, yoksa partiyi dağıtırız! Neticede İngiliz
ekolünden, Dış İşleri Bakanı Abdullah Gül Cumhuraşkanlığına aday gösterildi.
Nitekim Abdullah Gül’ün eski Danışmanı Ahmet
Sever, o döneme ait hatıralarını yazdığı “Kapalı Kapılar Ardındaki
Siyasi Sırlar – İçimde Kalmasın - Tanıklığımdır” isimli kitabıyla ilgili
olarak Sputnik Türkçeye verdiği bir röportaj şöyle haberleştirildi:
RS FM'de
yayınlanan Yavuz Oğhan'dan "Bide bunu dinle" programının konuğu, 11. Cumhurbaşkanı
Abdullah Gül'ün eski danışmanı Ahmet Sever'di. Sever, piyasaya yeni çıkan
“Kapalı Kapılar Ardındaki Siyasi Sırlar – İçimde Kalmasın - Tanıklığımdır”
kitabını anlattı.
"Bu kitabın ana fikri şu: 2003 yılı
sonunda, doğru yolda başlayan yolculuğun, çıkmaz sokaklara nasıl adım adım
girdiğini anlattım. İyi başlayıp, çok kötü biten bir hikâyeyi anlatmaya
çalıştım." diyerek sözlerine başlayan Sever kitabında, Abdullah
Gül'ün Erdoğan’ın engelleme girişimlerine rağmen 2007 yılında son
dakikada yaptığı basın toplantısı ile Cumhurbaşkanı olabildiğini de
açıklamıştı.
'ERDOĞAN, EŞİNİN BAŞI
AÇIK BİR ADAY ARAYIŞINA GİRDİ'
Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanlığı
sürecinde çok ciddi krizler yaşandığına değinen Sever, "Dönemin Başbakan'ı
Erdoğan, eşinin başı açık olan bir aday arayışına girdi. Abdullah Gül çıkıp 'Ben adayım' demeseydi, başka birisi
Cumhurbaşkanı olacaktı. Gül, bana 'Ben o toplantıyı yapmasaymışım, bugün
Cumhurbaşkanı değilmişim' demişti. Bunu da Büyükelçi Gürcan
Türkoğlu'yla birlikte otururken söyledi." diye konuştu. (22 Mayıs 2018, TR
Sputnik)
https://tr.sputniknews.com/turkiye/201805221033541074-ahmet-sever-kapali-kapilar-ardinda-mustafa-sentop-abdullah-gul-feto/?utm_source=https://t.co/DG5CVP8ewX&utm_medium=short_url&utm_content=h9q4&utm_campaign=URL_shortening.
Star gazetesi yazarı Ersoy dede de, 5 Ocak
2018 tarihli yazısında, bütün söylediklerimiz doğrularcasına şunu yazmış:
“Erdoğan
Gül’ün adaylığına karşı mıydı?
Demem o ki, 27 Nisan sürecinden sonra çok
değişiklikler oldu. Bu süre içinde Erdoğan, herhangi bir vesileyle çıkıp
da, “..
Adayımız, tıpkı Nisan ayında olduğu gibi
yine ve hâlâ Abdullah Gül kardeşimdir” demedi..
Sürece dair 6 Mayıs 2007’de Abdullah Gül’ün, "... Adaylıktan
çekiliyorum.." dediği basın açıklamasından sonra, AK Parti
yeniden aday arayışlarına girdi mi bilinmez.. Belki de kılıçların tamamen
çekildiği, üstüne muhtıranın bile verildiği o savaştan galip çıkan Tayyip
Erdoğan, muzaffer bir komutan olarak kendisi çıkacaktı Çankaya’ya artık.. Zira
siyasetle tarif edilemeyecek kadar güçlü bir kavgadan galip çıkmıştı.
Nisan koşullarından farklı bir politik
atmosfer vardı artık Ankara’da.. Ancak hiç kimsenin beklemediği bir şey
oldu.. Bir cuma namazı çıkışında, bir gazeteciye ayaküstü açıklayıverdi
Gül adaylığını.. Sonra da hiç kimseye bilgi vermeden bir basın toplantısı
düzenledi. Artık Erdoğan’ın itiraz edemeyeceği bir noktada
Gül’ün, AK Parti’nin adayı olduğu ilan edilmişti..
(https://www.star.com.tr/yazar/erdogan-gulun-adayligina-karsi-miydi-yazi-1294005/)
Yine, Akşam gazetesi yazarı Hüseyin Besli, Abdullah Gül’ün
adeta medyadaki borazanı ve PR’cısı olan
Fehmi Koru’nun 2001 yılında, AK Partinin kurulduğu ilk aylarda, Erdoğan hakkında ne düşündüğünü kendisine şöyle
itiraf ettiğini yazmış:
“İkincisi;
Ak Parti’nin kurulduğu günlerdi. Aklımda kaldığı kadarıyla sinemalarda
‘BAŞKANIN ADAMLARI’ isimli bir film oynuyordu. Biz de sayın genel başkanımız
Tayyip Erdoğan ile birlikte bu filmi seyretmek üzere sinemaya gittiğimizde,
orada bir önceki seansta filmi izleyip çıkan Fehmi Koru ve Ali Bayramoğlu ile
karşılaşmıştık.
Selam, kelamdan sonra F. Koru beni kenara çekerek
kulağıma; “yahu bu adamdan bir şey olmaz. Boşuna çaba harcıyorsunuz, ayrıca
seni de anlamıyorum…” anlamına gelen şeyler söylemişti.
Muhtemeldir ki, bu görüşü Abdullah Gül
ile de paylaşıyordu.
Şimdi yıllar sonra;
Fehmi Koru’nun gelecek kestirmesinin /
tahmininin tutmadığı hep söylenir. Tayyip Erdoğan hakkında söyledikleri de
ortadayken yeni oluşumun toplumsal karşılığı olacağı iddiasını nasıl
karşılayacağız.
Ve; can alıcı soru; Fehmi Koru’nun
Tayyip Erdoğan’ı küçümsemesi şahsi fikri miydi yoksa bir tarafın düşüncelerini
mi dillendiriyordu?
8 Eylül 20019, Akşam. https://www.aksam.com.tr/yazarlar/huseyin-besli/aciklamak-sart-oldu-c2/haber-1003856
Bütün bu gelişmelerin yaşandığı zamanlarda, CHP tabanını
kullanmaya çalışan ve azgın azınlık %10’luk kesim Ankara ev İstanbul’da Cumhuriyet
mitingleri düzenledi. Halk düşmanlığı genlerine işlemiş CHP ve bürokrasisi,
önce 27 Nisan bildirisi ve sonrasında ise; şimdiye kadar olmadığı bir şekilde
ve üstelik kendilerinin hazırladığı bir anayasayı da açıkça çiğneyerek,
TBMM’deki seçimlerde 367 kişinin bulunmasını şart koştu. Yani, Mecliste 367
kişi bulunmazsa, C. Başkanlığı seçimi yapılamayacaktı. (meşhur 367 Sabih hadisesi) Oysa bu, ilk turda C. Başkanı seçilmek
için yeterli oy sayısıydı. Bunun üzerine AK Parti, hem erken seçim kararı aldı
ve hem de C. Başkanının artık hal oyuyla seçilmesi için, meclisten referandum
kararı çıkarttı.
Ak Parti 22 Temmuz 2007 seçimlerinde büyük bir oy patlaması
yaşayarak, %47’le gücünü pekiştirdi. Sıra C. Başkanlığı için aday göstermeye
gelmişti. Ak Parti, aday göstermek için son 5 gün kalana kadar, daha henüz Gül’ü
adaylık için açıklamamıştı. Oysa 27 Nisan’da zaten aday gösterilen oydu. Erdoğan,
Gül’e karşı başka seçenekler arıyordu. İşte
ne olduysa, o anda oldu. Adaylık başvurusundan birkaç gün önce dönemin Hava
Kuvvetleri Komutanı, ansızın Gül’ü evinde ziyaret etti ve açıkça “birkaç kuvvet
komutanı olarak sizin arkanızdayız” dedi. Hava kuvvetleri, 15 Temmuz darbe
girişiminde de gördüğümüz gibi komuta kademesi olarak FETÖ-NATO’cu subayların
işgali altındaydı. Ve Gül bir Cuma namazı çıkışı, Erdoğan’ın haberi olmaksızın “kendisinin Cumhurbaşkanlığı
adaylığını” ilân etti. Başbakan Erdoğan, bu gelişme üzerine mecburen Gül’ü tekrar
aday göstermek zorunda kaldı. İngilizlere ve Kraliçe’ye duyduğu siyasî aşkla
ünlenen Abdullah Gül’ün İngilizciliğini, sıkı Erdoğan muhalifi ve 28 Şubat 1997
ile 2006 yılları arasında Yeni Şafak’ın Ankara Temsilciliğinde bulunan,
dolayısıyla Erdoğan’ın yurtdışı gezilerine iştirak etmiş, açık istihbarat
sitesinden Fatma Yüksek Sibel, Başbakan Erdoğan’a hak vererek, pişmanlığını
dile getirdiği aşağıdaki satırları yazar. Sibel,
bu satırları Kraliçe Elizabeth’in 13 Mayıs 2008’deki Türkiye ziyareti üzerine
yazar: “Haklıymışsınız Sayın Başbakan (Erdoğan). Gül, İngilizciymiş. Ama haber
gönderdiğiniz adama güvenemedik!” Peki Başbakan Erdoğan, 27 Nisan’daki aday
gösterme sürecinde onlara ne mesaj göndermiştir? “Üzerime gelmeyin! İngilizler Gül’ü seçtirmek istiyor, onu önlemeye
çalışıyorum.” ( Bu konuda daha detaylı bir bilgi için, Fatma Yüksek Sibel’e
başvurulabilir) Gül’ün İngiltere’de okuduğu Exeter Üniversitesi, değişik ülkelerden
oraya okumaya geldiği ve İngiliz emperyalizminin, ileride kendi işine yarayacak
ve devşirilecek öğrencilerin okuduğu
meşhur bir “ transformatör- dönüştürücü- devşirici” üniversitedir. Bugün bunu,
Gül’le aynı dönemde bu okulu bitiren
Fehmi Koru’da da fazlasıyla görmekteyiz. Koru, tam 3 yıldır Anglo-Sakson beslemesi
FETÖ’nün pisliklerini örtmek için, her gün
neredeyse kırk takla atıyor. Nitekim Gül, Kraliçe’nin kendisine,
kendisinin de Kraliçe’ye duyduğu siyasî aşkı, öğrencilik yıllarından beri ilk
defa açıkça gösterme şerefine(!) nail olur.
Ama ilginç olan bir
şey vardır ki, İngiliz Kraliçesi hep,
İngilizlerin tezgâhladığı darbelerin başarılı olmasından sonra gelir. İlki,
27 Mayıs 1960 darbesidir ve Kraliçe 1961 Şubat’ında kısa bir ziyarette bulunur
ülkemize. Ne de olsa, bağımsızlık lideri ve milletin adamı Adnan Menderes
bertaraf edilmiştir. İkinci gelişi ise
yine bir İngiliz tezgâhı olan 1971 darbesi sonrasıdır. Bu kez Kraliçe Türkiye’ye 1 haftalık bir
ziyarette bulunur.(açıklanan İngiliz belgelerinde, İngilizlerin 71 darbesini
tam 3 ay önce bildiği ortaya çıkmıştır) Bütün bunlardan mülhem, şöyle bir söz
dolaşır: “Kraliçe darbelerden sonra
gelir.”
Peki 2008’de niye gelmiştir? Acaba Küresel çete ve
emperyalizmin işine pek yaramayan ve
köhne kokuşmuş laikçilerin düzenini, yeni işbirlikçi” liberal-Ilımlı İslamcıların
iktidarına devretmesini” veya “onlara iktidar yolunu açma”nın kutlamasına mı
gelmiştir? Veya, bu geçiş sürecinde,
milletin seçtiği millî bir lider ve iktidarın ortaya çıkmasını önlemek
ve denetlemek için mi yol verilmiştir? Tıpkı FETÖ gibi! Gelin, önce
Kraliçe’nin ne saikle Türkiye’ye geldiğini ve sonra da Salih Tuna’dan, FETÖ’nün gözünde
“İngilizci Gül ve bu Neo Paralel”
yapıyı okuyalım.
Kraliçe
neden geldi? Herkes bu sorunun yanıtını merak ediyor... 15 Mayıs 2008 Perşembe,
http://www.haberturk.com/gundem/haber/74535-kralice-neden-geldi
Türkiye üç
gündür onu konuşuyor güneşin hiç batmadığı bir imparatorluğun Demir Lady'si o..
Hem demokrasinin hem monarşinin simgesi Kraliçe Elizabeth din ticaret siyaset
üçgeninin arasında büyüyen Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül o'nun için frak
giydi papyon taktı.. First Lady'miz Hayrunisa Hanım en güzel ve en moda
türbanıyla çıktı Kraliçe'nin karşısına.. Kadehler Büyük Britanya ve Türkiye'nin
dostluğu için kalktı.. Yemek mönüsü onun için değişti. Kayseri mantısı ve
yoğurtlu Bursa iskenderinin yerini, zeytin yağlı enginar, patates yatağı
üzerine kuzu budu, kuşkonmaz gratine aldı. Bütün bu şaşaa Türk milletinin
kafasını bir hayli karıştırdı. Akıllara düğün değil bayram değil eniştem beni
neden öptü?" diye başlayan Türk atasözü geldi.
İngiliz basınına göre kraliçe Elizabeth'in
ziyaret edebileceği üç ülke vardı. Kraliçe nereye gideyim diye düşünürken
masasında dışişleri bakanlığından gizlilik derecesi yüksek bir zarf buldu.
Zarfın içinde yazılanlara göre Büyük Britanya Kraliçesi Türkiye'yi ziyaret
edecekti. İmparatorluğun ali menfaatleri için her türlü fedakarlığı yapmaya
hazır olan kraliçe öneriye hemen kabul etti.
Ekonomik durgunluktan, terör belasından, rejim
tartışmalarından, parti kapatma davası ve iç siyasetteki çekişmelerden bunalan
Türkiye'ye hem destek vermek hem de bazı mesajlar iletmekle görevliydi
kraliçe...
Kraliçe’nin ilk durağı Anıtkabir oldu.. Aslanlı
Yol’dan mozoleye doğru yürürken
yüce Atamızla gururlandık. Güneşin batmadığı
imparatorluğun bir numaralı ismini ölümünün üzerinden 70. Yıl geçmesine rağmen
ayağına getirecek kadar kudretini koruyordu.
Hele Kraliçe'nin Anıtkabir defterine yazdıkları
Türkiye'deki tüm "laik elitlerin" yüreğinin yağını eritmişti.
İkinci durak Çankaya Köşkü’ydü.. Kraliçe bu defa
resmi törenlerde ilk kez frak
giyip papyon takan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve
son moda tesettürüyle tüm
hazırlıklarını tamamlayan Hayrunnisa Hanım’ın
yanındaydı. Akşam yemeğinde içi su dolu kadehler kaldırıldığında bu defa da
Türkiye’nin "Müslüman demokratlarının" gönlünde taht kurdu kraliçe..
Köşk'teki mönü kraliçe için değişmişti. Bir
rivayete göre kraliçe dostluk mesajlarını daha kuvvetli iletebilmek için
Kayseri mantısını da deneyecekti ama yüksek kolestrol içerdiği gerekçesiyle
diyetisyenleri tarafından uyarılınca son anda mönü değiştirilmişti.
Yemek masası protokol kurallarına göre
düzenlenmişti ve çok sadeydi. Hatta o
kadar sadeydi ki Başbakan’ın eşi Emine Hanım,
Anamuhalefet Partisi Genel
Başkanı Baykal, Genelkurmay Başkanı bile masada
yoktu. Bu durum kraliçenin
gözünden kaçmamıştı belli ki…
"Yüz yıllar geçse de bu Türkler hiç
değişmeyecek" diye düşünüyordu.
Ziyaretin en kritik,en can alıcı bölümü
Bursa'ydı.. Çünkü Osmanlı’nın en eski
eserlerinden biri olan yediyüzyıllık Yeşil
Camii'de başörtüsü takıp Kur’an_ı
Kerim dinlemek vardı programda.
İşte bu görüntüler Türkiye'de ve tüm dünyada
geniş yankı buldu. Times gazetesi Yeşil Camii, Kraliçe'nin 55 yıllık saltanatı
boyunca ziyaret ettiği az sayıdaki camiden biri. Bu jest, batılı komşularını
İslam ve Avrupa Birliği üyeliğinin birlikte varolabileceğine ikna etmeye
çalışan Türkiye'de pek çok kişi tarafından memnuniyetle karşılanacaktır"
diye yazdı
"Laik
elitler ne oluyoruz" diye düşünürken "Müslüman
demokratların" coşkusu
biraz daha arttı: Hep bir ağızdan "budur
işte" dediler.
Kraliçenin programı İngilizlerin yüzlerce yıllık
propaganda deneyimini yansıtıyor ve başarılı oluyordu.
Fakat Avrupa’yla Ortadoğu'nun bu karmaşık
coğrafyasında dosluk mesajlarının
yanında Büyük Britanya'nın siyasi ve askeri
gücünü de hissettirmek
gerekiyordu. Kraliyet donanmasının tek uçak
gemisi Hms ıllustrıous Tophane
açıklarına demirlemişti."Kara bir
tabuta" benzeyen bu gemi İngiltere
İmparatorluğu’nun askeri gücünü fazlasıyla
hissettiriyordu. Ev sahipliği sırası
Kraliçede’ydi. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve eşi
Hayrunnisa Hanım bu kez
Kraliçe’nin konuğuydu.. Ve şu sıralarda akşam
yemeğindeler.. İçi su dolu
kadehler yine dostluk için kalkıyor. Ve belki de
Kraliçe konuklarına bir sürpriz yaparak kraliyet donanmasının mutfağında
hazırlanan Kayseri mantısı ikram ediyordur...
Uzun lafın kısası Kraliçe Türkiye'de hem
"laik elitlere" hem "Müslüman
demokratlara" mesajlarını büyük bir
ustalıkla verdi. “Düğün değil bayram değil
eniştem beni neden öptü” diye başlayan Türk
atasözü yanıt buldu mu bilinmez ama bilinen bir gerçek var ki İngiliz Kraliçesi
Elizabeth bir otuz yıl sonra yine dostluk mesajları vermek için Türkiye'ye
geldiğinde bıraktığından çok farklı bir Türkiye bulacak.
Salih Tuna: Gül, İngiliz devşirmesi ve
"Cemaat imamı"
12 Nisan 2014 ---
http://www.yenisafak.com/yazarlar/salihtuna/gul-ingiliz-devsirmesi-ve-cemaat-imami-51262
"Sayın
Cumhurbaşkanımız İngiltere"de yüksek lisans yapmış, orada bir süre
yaşamış. İngilizler ve batılılar kendi ülkelerinde okumuş, yaşamış insanları
sahiplenir, devşirmeye ve sonra kendi ülkesinde kullanmaya çalışırlar…"
Bu
satırlar kime mi ait?
Hanefi
Avcı"nın tespitine göre, "cemaate perspektif veren" bir elemana…
Durun,
hemencecik "kim bu adam, adı gelsin" diye üzerime gelmeyin, kaç
gündür sabrettiniz, üç beş satır daha sabredin ki adamın kimliğini sorgularken
ne dediğini kaçırmayalım.
Görmüyor
musunuz adam gündüz gözüyle ne diyor Allah aşkına?
Türkiye
Cumhuriyeti"nin Cumhurbaşkanı hakkında resmen ve alenen "İngiliz
devşirmesi" demeye getiriyor.
Bu
nasıl bühtandır ağalar; Coşkun Bekir bile bu kadar tozutmamış, en fazla,
"Benim cumhurbaşkanım değil" demişti.
Ah
pardon, günahını almayalım, bir sonraki cümlede şerh etmiş: "Sayın Gül
İngiltere"ye devşirilecek yaşı geçtikten sonra gitmiş..."
Yani?
Sayın
Gül yaştan yırtmış!
Biraz
daha genç, ne bileyim ilk gençlik döneminde falan gitmiş olsaydı, alimallah
yanmıştık.
"Cemaate
perspektif veren" eleman kanaatini açık seçik bir şekilde dile getirmekle
yüreklerimize adeta ferahlık veriyor.
Diyor
ki: "Öyle bir devşirme olacağına, Gül"ün böyle bir işe girişeceğine
de ihtimal vermiyoruz…"
İyi
de, madem ihtimal yok neden dillendiriliyor acaba?
Okuyalım:
"Abdullah Gül"ün İngiltere serüveni ve İngilizlerin hiç güven
veremeyen geçmişi Gül-İngiliz ilişkilerinin sorgulanmasına neden oluyor…"
Sizce
de "Vay canına!" değil mi?
Şu
hale bakın:
Hem
Gül"ün devşirme olacağına ihtimal vermiyor hem de "Abdullah
Gül"ün İngiltere serüveni" diye oldukça manidar bir ifadeye yer
veriyor.
Manidar
da laf mı; "Cemaate perspektif veren" eleman bakın nasıl devam etmiş:
"Hele bu samimiyet ve ilişki İngiliz derin yapısının ve İngiliz uluslar
birliğinin başı (Commonwealt) ve İngiliz uluslararası menfaatlerinin sembolü
olan kraliçe ile olunca, insanlar bir hayli huylanıyorlar. Sayın
Cumhurbaşkanımız bence daha dikkatli olmalı. (…) İngiltere"de yaşamış
olmak, İngiliz muhipliğine, belki biraz komplekse ve ülke menfaatleri konusunda
zaafa neden oluyor mudur diye düşünenler çıkabilir..."
Buradaki
"Cumhurbaşkanımız bence daha dikkatli olmalı" cümlesi bana nedense
Hrant Dink davası sanıklarından Yasin Hayal"in mahkeme girişindeki,
"Orhan Pamuk akıllı olsun!" tehdidini hatırattı.
Mezkur
çağrışımda "İnsanlar bir hayli huylanıyorlar" ifadesinin hatırı
sayılır katkısı var elbette.
"Cemaate
perspektif veren" eleman, "İnsanlar" gibi genellemelerle kendini
dışarda tutmaya çalışıyor ama nihayetinde o da bir insan evladı.
Zaten
"Gül-İngiliz ilişkilerinin sorgulanmasına neden oluyor" demekle sonuç
itibariyle kendisinin de "huylandığını" dermeyan ediyor.
"İngiltere"de
yaşamış olmak, İngiliz muhipliğine, belki biraz komplekse ve ülke menfaatleri
konusunda zaafa neden oluyor mudur diye düşünenler çıkabilir" derken de
aynen öyle.
Aynı
mantıkla, "Pensilvanya"da onca yıl yaşamış olmak, Amerikan
taşeronluğuna ve ülke menfaatleri konusunda zaafa neden oluyor mudur diye
düşünenler çıkabilir…" denileceğini sanırım hiç aklına düşürmemiş.
Zeki
ve kurnaz olmak böyle bir şey galiba; "huylanma hakkını" hep böyle
kendinizde görüyorsunuz.
Kendinizi
zeki herkesi sersem sanınca…
Kendi
ülkenizi İngiltere"ye jurnallemede bir sakınca görmez, Cumhurbaşkanımızın
daha evvel İngiltere"de yaşamış olmasından nem kaparsınız.
Sabrınız
için teşekkür ediyorum; artık açıklamanın vakti geldi:
"Cemaate
perspektif veren" eleman Kozanlı Ömer lakaplı "Emniyet
İmamı"ndan başka biri değil.
Yine
Hanefi Avcı"nın demesine bakacak olursak, Yusuf Gezgin müstearıyla Aktif
Haber gibi mecralarda yazılar kaleme almış bir şahsiyet.
Bugünkü
yazı yolcuğumuzda bol bol iktibas yaptığımız makalesini şöyle nihayete
erdirmiş: "Gül"ü sevdiğinden ve desteklediğinden şüphe duymadığım
Aktif Haber de konuyu bir analizinde ele almış…"
Bakıyoruz
habere, imza yok; kuvvetle muhtemel kendisi.
Aktif
Haber malum yapının(daha çok emniyetçilerin kümelendiği) önde giden internet
sitelerinden. Yusuf Gezgin de zaten yazarları arasındaydı.
Mahut
sitede "Gül"ün ve İngilizlerin karşılıklı muhabbeti" başlığı
altıda söz konusu haberi okuyunca, "birader bu nasıl sevgi, bu nasıl
destek" dememek mümkün değil.
Ne
diyeyim, Allah cümlemizi böylesi bir sevgiden muhafaza eylesin.
**
Yorumlar
Yorum Gönder