Gül'e Hangi General "Vize" verdi?

 

Fazıl DUYGUN
Bu yazım 5 yıl önce Bölge Postası sitesinde yayınlanmış olup, bugün (14 Mayıs 2021) Hasan Öztürk'ün yazısıyla tekrar gündeme gelmiştir.



 





Bu yazı, AK Parti içerisindeki, Davutoğlu-Gül-Arınç v.s. kliği üzerine, bölge Postası’nda yazdığım seri yazının 10. Bölümüdür.

 Yazıma bu girizgâhla başlamamın sebebi, (ABD-AB merkezli) küresel çetenin, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Türkiye’nin kendi iç dinamikleriyle kendine bir yol çizmesini önlemek için, artık içerdeki işbirlikçilerinin yeterli olmadığını görmesiyle birlikte,  kendilerinin de açıkça destek vererek, eski-yeni, bütün işbirlikçilerinin hepsini birden sahaya sürmeye başlamasıdır.

Kibar ve politik bir tabirle, “Mustafi Başbakan” diyebileceğimiz ancak, siyasî bir gerçeğin halk gözündeki algısına göre, azledilen eski Başbakan Ahmet Davutoğlu, bugünlerde yıllarca beraber hareket ettiği, AK Parti içindeki ve dışardan destekli klikle beraber yine gündemde. Daha doğrusu, bu sefer gündemi belirleyen, bu kliğin kurgu odasındaki rejisörü, İngiliz Kraliçesi’nin Gül’ü, ekibiyle artık görünür olarak başrolde. Bir anayasa değişikliğiyle beraber, Cumhurbaşkanlığı sisteminin mecliste görüşülmeye başlayacağı önümüzdeki Ocak ayında, Aydın Doğan’dan tutun da, Kraliçe’nin Siyasî aşkı Gül’le görüşmek için, Kayseri’ye bir ayda üç defa giden İngiltere’nin Ankara Büyükelçisi Richard Moore’a kadar, iç ve dış odaklar yine hareketlendi. Aslında toplum gözünde ıskartaya çıkmış bu odaklar içerisinde, beni en çok güldürense, Cüneyt Zapsu’dur. Bir Pentagon Hizmetlisi Olarak Cüneyt Zapsu Sapkın Ilımlı İslam projesinin öncü uygulayıcılarından biri olan, Zapsu, C.Başkanı Erdoğan’ın 2003 yılındaki ilk başbakanlığı döneminde, gayr-î resmi Pentagon sözcüsü olarak o kadar havalara girmişti ki, ABD Donanmasının Florida/ Tampa’daki karargâhından şu sözlerle hava atabiliyordu: “(Erdoğan) çok havalanmasın, onu oraya biz getirdik. Beyaz Saray’a açacağım bir telefonla işi biter!” FETÖ’yle 20 yıldır içli-dışlı olan Zapsu, 2003 Yılında, Irak’ı işgal eden ABD askerleri tarafından, Süleymaniye’deki Türk askerinin başına çuval geçirilmesinin birinci faili olan, küresel çetenin bu tüccarı, 2006 yılında çayırlara yayılarak, Ayşe Arman’a verdiği röportajda üstü örtülü bir şekilde “Erdoğan’ın üstündeyim” havasını vermeye çalışıyordu. Yine aynı yıl, ABD’lilerle gerçekleştirdiği bir görüşmede aynen şu sözleri yumurtlamıştı: “ “Bu adam (yani Başbakan Erdoğan) dürüst bir adam. Kendi inançlarına sahip ve bu inançlarında samimi. Lütfen şunu yapmaya çalışın... "Sömürmek" kötü bir kelime, ama kullanmak... Bu adamdan yararlanın. Çünkü bu kişinin çok itibarı var, hem kendi inançları nedeniyle Müslüman dünyasında, hem de Batı tipi demokrasiye inanıyor. Bence onu devirmeye çalışmak, delikten aşağı koymak yerine onu kullanın... Burada ve Avrupa'da bundan yararlanmalısınız. Teklifim budur.” Küresel çetenin içimizdeki bir işbirlikçisi olarak, kendisini ABD’lilerin gözünde böylesine büyüten ve milletin seçtiği bir başbakana yapılabilecek en büyük hakareti edebilen birisi olarak cezasını, o günden bu yana da (12 yıl), Erdoğan'ın bir daha Zapsu’yu yanına yaklaştırmamasıyla aldı.

 İngilizci Abdullah Gül Nasıl Cumhurbaşkanı Oldu?

Bilinenin aksine, (o zaman Başbakan olan ) Erdoğan, Abdullah Gül’ü hiçbir zaman Cumhurbaşkanı seçtirmek istemedi. Çünkü Erdoğan, Gül’ün sıkı bir İngilizci olduğunu çok iyi biliyor ve bunun hem kendisi, hem partisi ve hem de Türkiye için bir tehlike oluşturacağını hissediyordu. TC’nin Batıcı bir zihniyete dönüştürülmesinde büyük bir etkisi olan İngiltere, özlelikle C. Başkanlığı üzerinde mutlaka kendisine yakın birini görmekten vazgeçmedi. Bu durum, Amerikancı darbeci Kenan Evren ve halkın lideri Rahmetli Özal’la birlikte biraz olsun akamete uğradı ama Erdoğan Reis seçilene kadar bu sistem işledi.

2007 yılı Nisan ayında, yani C. Başkanlığına aday gösterme süresinin son günlerinde, Ak Parti içerisinde, kimin Cumhurbaşkanı aday olarak gösterileceği tartışması yaşandı. Dinozorlaşmış, Batıcı kesimin temsilcisi CHP ve yargıyı elegeçirmiş bu azgın azınlık, AK Partiden birinin, özellikle de Erdoğan’ın C. Başkanı adayı olmaması için her türlü entrikayı çevirmeye başladı. Erdoğan, sonradan wikileaks belgelerinde ve bazı şahitliklerle görüleceği gibi, Abdullah Gül’ü değil, dönemin Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül’ü aday göstermek istiyordu. Çünkü böylece süreç çok daha sarsıntısız ve Erdoğan’ın gelecekteki plânlarına uygun bir şekilde işleyecekti. Ama Ak Parti o devir itibarıyla henüz, çeşitli grupları temsil eden ve çeşitli kliklerin ittifak ettiği, bir koalisyon çatısı altında toplanmış bir parti görünümündeydi. Yani daha tam olarak “Erdoğan’ın Partisi” durumunda değildi.

Bilinenin aksine Erdoğan bir kriz adamı değildir, dik durur ama  işi de krize götürmeden, pratik yollarla çözmenin tecrübesine sahiptir. Kriz çıkarmak ise, parti içieriside, daha çok sessiz ve sakin görünen kliklerin eseridir. İşte aday belirleme toplantısında, Erdoğan’ın Vecdi Gönül teklifine, 15 Temmuz işgal girişiminden sonra bana ahmak diyebilirsiniz diyen, FETÖ'cüler için cübbemi giyerim  diyen, ihtiyar ahmak Bülent Arınç rol alarak şunları söyledi: (Erdoğan’a)Ya siz, ya Gül ya da ben! Üçümüzden biri aday gösterilecek, yoksa partiyi dağıtırız! Neticede İngiliz ekolünden, Dış İşleri Bakanı Abdullah Gül Cumhuraşkanlığına aday gösterildi.

Nitekim Abdullah Gül’ün eski Danışmanı Ahmet Sever, o döneme ait hatıralarını yazdığı “Kapalı Kapılar Ardındaki Siyasi Sırlar – İçimde Kalmasın - Tanıklığımdır” isimli kitabıyla ilgili olarak Sputnik Türkçeye verdiği bir röportaj şöyle haberleştirildi:

RS FM'de yayınlanan Yavuz Oğhan'dan "Bide bunu dinle" programının konuğu, 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün eski danışmanı Ahmet Sever'di. Sever, piyasaya yeni çıkan “Kapalı Kapılar Ardındaki Siyasi Sırlar – İçimde Kalmasın - Tanıklığımdır” kitabını anlattı.

"Bu kitabın ana fikri şu: 2003 yılı sonunda, doğru yolda başlayan yolculuğun, çıkmaz sokaklara nasıl adım adım girdiğini anlattım. İyi başlayıp, çok kötü biten bir hikâyeyi anlatmaya çalıştım." diyerek sözlerine başlayan Sever kitabında, Abdullah Gül'ün  Erdoğan’ın engelleme girişimlerine rağmen 2007 yılında son dakikada yaptığı basın toplantısı ile Cumhurbaşkanı olabildiğini de açıklamıştı.

'ERDOĞAN, EŞİNİN BAŞI AÇIK BİR ADAY ARAYIŞINA GİRDİ'

Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanlığı sürecinde çok ciddi krizler yaşandığına değinen Sever, "Dönemin Başbakan'ı Erdoğan, eşinin başı açık olan bir aday arayışına girdi. Abdullah Gül çıkıp 'Ben adayım' demeseydi, başka birisi Cumhurbaşkanı olacaktı. Gül, bana 'Ben o toplantıyı yapmasaymışım, bugün Cumhurbaşkanı değilmişim' demişti. Bunu da Büyükelçi Gürcan Türkoğlu'yla birlikte otururken söyledi." diye konuştu. (22 Mayıs 2018, TR Sputnik)

https://tr.sputniknews.com/turkiye/201805221033541074-ahmet-sever-kapali-kapilar-ardinda-mustafa-sentop-abdullah-gul-feto/?utm_source=https://t.co/DG5CVP8ewX&utm_medium=short_url&utm_content=h9q4&utm_campaign=URL_shortening.

Star gazetesi yazarı Ersoy dede de, 5 Ocak 2018 tarihli yazısında, bütün söylediklerimiz doğrularcasına şunu yazmış:

Erdoğan Gül’ün adaylığına karşı mıydı?

Demem o ki, 27 Nisan sürecinden sonra çok değişiklikler oldu. Bu süre içinde Erdoğan, herhangi bir vesileyle çıkıp da, “.. 

Adayımız, tıpkı Nisan ayında olduğu gibi yine ve hâlâ Abdullah Gül kardeşimdir” demedi.. Sürece dair 6 Mayıs 2007’de Abdullah Gül’ün, "... Adaylıktan çekiliyorum.." dediği basın açıklamasından sonra, AK Parti yeniden aday arayışlarına girdi mi bilinmez.. Belki de kılıçların tamamen çekildiği, üstüne muhtıranın bile verildiği o savaştan galip çıkan Tayyip Erdoğan, muzaffer bir komutan olarak kendisi çıkacaktı Çankaya’ya artık.. Zira siyasetle tarif edilemeyecek kadar güçlü bir kavgadan galip çıkmıştı.

Nisan koşullarından farklı bir politik atmosfer vardı artık Ankara’da.. Ancak hiç kimsenin beklemediği bir şey oldu.. Bir cuma namazı çıkışında, bir gazeteciye ayaküstü açıklayıverdi Gül adaylığını.. Sonra da hiç kimseye bilgi vermeden bir basın toplantısı düzenledi. Artık Erdoğan’ın itiraz edemeyeceği bir noktada Gül’ün, AK Parti’nin adayı olduğu ilan edilmişti..

(https://www.star.com.tr/yazar/erdogan-gulun-adayligina-karsi-miydi-yazi-1294005/)

Yine, Akşam gazetesi yazarı Hüseyin Besli, Abdullah Gül’ün adeta medyadaki borazanı ve  PR’cısı olan Fehmi Koru’nun 2001 yılında, AK Partinin kurulduğu ilk aylarda, Erdoğan  hakkında ne düşündüğünü kendisine şöyle itiraf ettiğini yazmış:

İkincisi; Ak Parti’nin kurulduğu günlerdi. Aklımda kaldığı kadarıyla sinemalarda ‘BAŞKANIN ADAMLARI’ isimli bir film oynuyordu. Biz de sayın genel başkanımız Tayyip Erdoğan ile birlikte bu filmi seyretmek üzere sinemaya gittiğimizde, orada bir önceki seansta filmi izleyip çıkan Fehmi Koru ve Ali Bayramoğlu ile karşılaşmıştık.

Selam, kelamdan sonra F. Koru beni kenara çekerek kulağıma; “yahu bu adamdan bir şey olmaz. Boşuna çaba harcıyorsunuz, ayrıca seni de anlamıyorum…” anlamına gelen şeyler söylemişti.

Muhtemeldir ki, bu görüşü Abdullah Gül ile de paylaşıyordu.

Şimdi yıllar sonra;

Fehmi Koru’nun gelecek kestirmesinin / tahmininin tutmadığı hep söylenir. Tayyip Erdoğan hakkında söyledikleri de ortadayken yeni oluşumun toplumsal karşılığı olacağı iddiasını nasıl karşılayacağız.

Ve; can alıcı soru; Fehmi Koru’nun Tayyip Erdoğan’ı küçümsemesi şahsi fikri miydi yoksa bir tarafın düşüncelerini mi dillendiriyordu?

8 Eylül 20019, Akşam. https://www.aksam.com.tr/yazarlar/huseyin-besli/aciklamak-sart-oldu-c2/haber-1003856

 

Bütün bu gelişmelerin yaşandığı zamanlarda, CHP tabanını kullanmaya çalışan ve azgın azınlık %10’luk kesim Ankara ev İstanbul’da Cumhuriyet mitingleri düzenledi. Halk düşmanlığı genlerine işlemiş CHP ve bürokrasisi, önce 27 Nisan bildirisi ve sonrasında ise; şimdiye kadar olmadığı bir şekilde ve üstelik kendilerinin hazırladığı bir anayasayı da açıkça çiğneyerek, TBMM’deki seçimlerde 367 kişinin bulunmasını şart koştu. Yani, Mecliste 367 kişi bulunmazsa, C. Başkanlığı seçimi yapılamayacaktı. (meşhur 367 Sabih hadisesi) Oysa bu, ilk turda C. Başkanı seçilmek için yeterli oy sayısıydı. Bunun üzerine AK Parti, hem erken seçim kararı aldı ve hem de C. Başkanının artık hal oyuyla seçilmesi için, meclisten referandum kararı çıkarttı.

Ak Parti 22 Temmuz 2007 seçimlerinde büyük bir oy patlaması yaşayarak, %47’le gücünü pekiştirdi. Sıra C. Başkanlığı için aday göstermeye gelmişti. Ak Parti, aday göstermek için son 5 gün kalana kadar, daha henüz Gül’ü adaylık için açıklamamıştı. Oysa 27 Nisan’da zaten aday gösterilen oydu. Erdoğan, Gül’e karşı başka seçenekler arıyordu. İşte ne olduysa, o anda oldu. Adaylık başvurusundan birkaç gün önce dönemin Hava Kuvvetleri Komutanı, ansızın Gül’ü evinde ziyaret etti ve açıkça “birkaç kuvvet komutanı olarak sizin arkanızdayız” dedi. Hava kuvvetleri, 15 Temmuz darbe girişiminde de gördüğümüz gibi komuta kademesi olarak FETÖ-NATO’cu subayların işgali altındaydı. Ve Gül bir Cuma namazı çıkışı, Erdoğan’ın haberi olmaksızın  “kendisinin Cumhurbaşkanlığı adaylığını” ilân etti. Başbakan Erdoğan, bu gelişme üzerine mecburen Gül’ü tekrar aday göstermek zorunda kaldı. İngilizlere ve Kraliçe’ye duyduğu siyasî aşkla ünlenen Abdullah Gül’ün İngilizciliğini, sıkı Erdoğan muhalifi ve 28 Şubat 1997 ile 2006 yılları arasında Yeni Şafak’ın Ankara Temsilciliğinde bulunan, dolayısıyla Erdoğan’ın yurtdışı gezilerine iştirak etmiş, açık istihbarat sitesinden Fatma Yüksek Sibel, Başbakan Erdoğan’a hak vererek, pişmanlığını dile getirdiği aşağıdaki satırları yazar. Sibel, bu satırları Kraliçe Elizabeth’in 13 Mayıs 2008’deki Türkiye ziyareti üzerine yazar: “Haklıymışsınız Sayın Başbakan (Erdoğan). Gül, İngilizciymiş. Ama haber gönderdiğiniz adama güvenemedik!” Peki Başbakan Erdoğan, 27 Nisan’daki aday gösterme sürecinde onlara ne mesaj göndermiştir? “Üzerime gelmeyin! İngilizler Gül’ü seçtirmek istiyor, onu önlemeye çalışıyorum.” ( Bu konuda daha detaylı bir bilgi için, Fatma Yüksek Sibel’e başvurulabilir) Gül’ün İngiltere’de okuduğu Exeter Üniversitesi, değişik ülkelerden oraya okumaya geldiği ve İngiliz emperyalizminin, ileride kendi işine yarayacak ve devşirilecek  öğrencilerin okuduğu meşhur bir “ transformatör- dönüştürücü- devşirici” üniversitedir. Bugün bunu, Gül’le aynı dönemde  bu okulu bitiren Fehmi Koru’da da fazlasıyla görmekteyiz. Koru, tam 3 yıldır Anglo-Sakson beslemesi FETÖ’nün pisliklerini örtmek için, her gün  neredeyse kırk takla atıyor. Nitekim Gül, Kraliçe’nin kendisine, kendisinin de Kraliçe’ye duyduğu siyasî aşkı, öğrencilik yıllarından beri ilk defa açıkça gösterme şerefine(!) nail olur.

 Ama ilginç olan bir şey vardır ki, İngiliz Kraliçesi hep, İngilizlerin tezgâhladığı darbelerin başarılı olmasından sonra gelir. İlki, 27 Mayıs 1960 darbesidir ve Kraliçe 1961 Şubat’ında kısa bir ziyarette bulunur ülkemize. Ne de olsa, bağımsızlık lideri ve milletin adamı Adnan Menderes bertaraf edilmiştir.  İkinci gelişi ise yine bir İngiliz tezgâhı olan 1971 darbesi sonrasıdır.  Bu kez Kraliçe Türkiye’ye 1 haftalık bir ziyarette bulunur.(açıklanan İngiliz belgelerinde, İngilizlerin 71 darbesini tam 3 ay önce bildiği ortaya çıkmıştır) Bütün bunlardan mülhem, şöyle bir söz dolaşır: “Kraliçe darbelerden sonra gelir.”

Peki 2008’de niye gelmiştir? Acaba Küresel çete ve emperyalizmin işine pek yaramayan ve köhne kokuşmuş laikçilerin düzenini, yeni işbirlikçi” liberal-Ilımlı İslamcıların iktidarına devretmesini” veya “onlara iktidar yolunu açma”nın kutlamasına mı gelmiştir? Veya, bu geçiş sürecinde,  milletin seçtiği millî bir lider ve iktidarın ortaya çıkmasını önlemek ve denetlemek için mi yol verilmiştir? Tıpkı FETÖ gibi! Gelin, önce Kraliçe’nin ne saikle Türkiye’ye geldiğini ve sonra da Salih Tuna’dan, FETÖ’nün gözünde  “İngilizci Gül ve bu Neo Paralel” yapıyı okuyalım.

Kraliçe neden geldi? Herkes bu sorunun yanıtını merak ediyor... 15 Mayıs 2008 Perşembe, http://www.haberturk.com/gundem/haber/74535-kralice-neden-geldi

Türkiye üç gündür onu konuşuyor güneşin hiç batmadığı bir imparatorluğun Demir Lady'si o.. Hem demokrasinin hem monarşinin simgesi Kraliçe Elizabeth din ticaret siyaset üçgeninin arasında büyüyen  Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül o'nun için frak giydi papyon taktı.. First Lady'miz Hayrunisa Hanım en güzel ve en moda türbanıyla çıktı Kraliçe'nin karşısına.. Kadehler Büyük Britanya ve Türkiye'nin dostluğu için kalktı.. Yemek mönüsü onun için değişti. Kayseri mantısı ve yoğurtlu Bursa iskenderinin yerini, zeytin yağlı enginar, patates yatağı üzerine kuzu budu, kuşkonmaz gratine aldı. Bütün bu şaşaa Türk milletinin kafasını bir hayli karıştırdı. Akıllara düğün değil bayram değil eniştem beni neden öptü?" diye başlayan Türk atasözü geldi.

İngiliz basınına göre kraliçe Elizabeth'in ziyaret edebileceği üç ülke vardı. Kraliçe nereye gideyim diye düşünürken masasında dışişleri bakanlığından gizlilik derecesi yüksek bir zarf buldu. Zarfın içinde yazılanlara göre Büyük Britanya Kraliçesi Türkiye'yi ziyaret edecekti. İmparatorluğun ali menfaatleri için her türlü fedakarlığı yapmaya hazır olan kraliçe öneriye hemen kabul etti.

Ekonomik durgunluktan, terör belasından, rejim tartışmalarından, parti kapatma davası ve iç siyasetteki çekişmelerden bunalan Türkiye'ye hem destek vermek hem de bazı mesajlar iletmekle görevliydi kraliçe...

Kraliçe’nin ilk durağı Anıtkabir oldu.. Aslanlı Yol’dan mozoleye doğru yürürken
yüce Atamızla gururlandık. Güneşin batmadığı imparatorluğun bir numaralı ismini ölümünün üzerinden 70. Yıl geçmesine rağmen ayağına getirecek kadar kudretini koruyordu.

Hele Kraliçe'nin Anıtkabir defterine yazdıkları Türkiye'deki tüm "laik elitlerin" yüreğinin yağını eritmişti.

İkinci durak Çankaya Köşkü’ydü.. Kraliçe bu defa resmi törenlerde ilk kez frak
giyip papyon takan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve son moda tesettürüyle tüm
hazırlıklarını tamamlayan Hayrunnisa Hanım’ın yanındaydı. Akşam yemeğinde içi su dolu kadehler kaldırıldığında bu defa da Türkiye’nin "Müslüman demokratlarının" gönlünde taht kurdu kraliçe..

Köşk'teki mönü kraliçe için değişmişti. Bir rivayete göre kraliçe dostluk mesajlarını daha kuvvetli iletebilmek için Kayseri mantısını da deneyecekti ama yüksek kolestrol içerdiği gerekçesiyle diyetisyenleri tarafından uyarılınca son anda mönü değiştirilmişti.

Yemek masası protokol kurallarına göre düzenlenmişti ve çok sadeydi. Hatta o
kadar sadeydi ki Başbakan’ın eşi Emine Hanım, Anamuhalefet Partisi Genel
Başkanı Baykal, Genelkurmay Başkanı bile masada yoktu. Bu durum kraliçenin
gözünden kaçmamıştı belli ki…

"Yüz yıllar geçse de bu Türkler hiç değişmeyecek" diye düşünüyordu.

Ziyaretin en kritik,en can alıcı bölümü Bursa'ydı.. Çünkü Osmanlı’nın en eski
eserlerinden biri olan yediyüzyıllık Yeşil Camii'de başörtüsü takıp Kur’an_ı
Kerim dinlemek vardı programda.

İşte bu görüntüler Türkiye'de ve tüm dünyada geniş yankı buldu. Times gazetesi Yeşil Camii, Kraliçe'nin 55 yıllık saltanatı boyunca ziyaret ettiği az sayıdaki camiden biri. Bu jest, batılı komşularını İslam ve Avrupa Birliği üyeliğinin birlikte varolabileceğine ikna etmeye çalışan Türkiye'de pek çok kişi tarafından memnuniyetle karşılanacaktır" diye yazdı

"Laik elitler ne oluyoruz"  diye düşünürken "Müslüman demokratların" coşkusu
biraz daha arttı: Hep bir ağızdan "budur işte" dediler.

Kraliçenin programı İngilizlerin yüzlerce yıllık propaganda deneyimini yansıtıyor ve başarılı oluyordu.

Fakat Avrupa’yla Ortadoğu'nun bu karmaşık coğrafyasında dosluk mesajlarının
yanında Büyük Britanya'nın siyasi ve askeri gücünü de hissettirmek
gerekiyordu. Kraliyet donanmasının tek uçak gemisi Hms ıllustrıous Tophane
açıklarına demirlemişti."Kara bir tabuta" benzeyen bu gemi İngiltere
İmparatorluğu’nun askeri gücünü fazlasıyla hissettiriyordu. Ev sahipliği sırası
Kraliçede’ydi. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve eşi Hayrunnisa Hanım bu kez
Kraliçe’nin konuğuydu.. Ve şu sıralarda akşam yemeğindeler.. İçi su dolu
kadehler yine dostluk için kalkıyor. Ve belki de Kraliçe konuklarına bir sürpriz yaparak kraliyet donanmasının mutfağında hazırlanan Kayseri mantısı ikram ediyordur...

Uzun lafın kısası  Kraliçe Türkiye'de hem "laik elitlere" hem "Müslüman
demokratlara" mesajlarını büyük bir ustalıkla verdi. “Düğün değil bayram değil
eniştem beni neden öptü” diye başlayan Türk atasözü yanıt buldu mu bilinmez ama bilinen bir gerçek var ki İngiliz Kraliçesi Elizabeth bir otuz yıl sonra yine dostluk mesajları vermek için Türkiye'ye geldiğinde bıraktığından çok farklı bir Türkiye bulacak.

Salih Tuna: Gül, İngiliz devşirmesi ve "Cemaat imamı"

12 Nisan 2014 --- http://www.yenisafak.com/yazarlar/salihtuna/gul-ingiliz-devsirmesi-ve-cemaat-imami-51262

"Sayın Cumhurbaşkanımız İngiltere"de yüksek lisans yapmış, orada bir süre yaşamış. İngilizler ve batılılar kendi ülkelerinde okumuş, yaşamış insanları sahiplenir, devşirmeye ve sonra kendi ülkesinde kullanmaya çalışırlar…"

Bu satırlar kime mi ait?

Hanefi Avcı"nın tespitine göre, "cemaate perspektif veren" bir elemana…

Durun, hemencecik "kim bu adam, adı gelsin" diye üzerime gelmeyin, kaç gündür sabrettiniz, üç beş satır daha sabredin ki adamın kimliğini sorgularken ne dediğini kaçırmayalım.

Görmüyor musunuz adam gündüz gözüyle ne diyor Allah aşkına?

Türkiye Cumhuriyeti"nin Cumhurbaşkanı hakkında resmen ve alenen "İngiliz devşirmesi" demeye getiriyor.

Bu nasıl bühtandır ağalar; Coşkun Bekir bile bu kadar tozutmamış, en fazla, "Benim cumhurbaşkanım değil" demişti.

Ah pardon, günahını almayalım, bir sonraki cümlede şerh etmiş: "Sayın Gül İngiltere"ye devşirilecek yaşı geçtikten sonra gitmiş..."

Yani?

Sayın Gül yaştan yırtmış!

Biraz daha genç, ne bileyim ilk gençlik döneminde falan gitmiş olsaydı, alimallah yanmıştık.

"Cemaate perspektif veren" eleman kanaatini açık seçik bir şekilde dile getirmekle yüreklerimize adeta ferahlık veriyor.

Diyor ki: "Öyle bir devşirme olacağına, Gül"ün böyle bir işe girişeceğine de ihtimal vermiyoruz…"

İyi de, madem ihtimal yok neden dillendiriliyor acaba?

Okuyalım: "Abdullah Gül"ün İngiltere serüveni ve İngilizlerin hiç güven veremeyen geçmişi Gül-İngiliz ilişkilerinin sorgulanmasına neden oluyor…"

Sizce de "Vay canına!" değil mi?

Şu hale bakın:

Hem Gül"ün devşirme olacağına ihtimal vermiyor hem de "Abdullah Gül"ün İngiltere serüveni" diye oldukça manidar bir ifadeye yer veriyor.

Manidar da laf mı; "Cemaate perspektif veren" eleman bakın nasıl devam etmiş: "Hele bu samimiyet ve ilişki İngiliz derin yapısının ve İngiliz uluslar birliğinin başı (Commonwealt) ve İngiliz uluslararası menfaatlerinin sembolü olan kraliçe ile olunca, insanlar bir hayli huylanıyorlar. Sayın Cumhurbaşkanımız bence daha dikkatli olmalı. (…) İngiltere"de yaşamış olmak, İngiliz muhipliğine, belki biraz komplekse ve ülke menfaatleri konusunda zaafa neden oluyor mudur diye düşünenler çıkabilir..."

Buradaki "Cumhurbaşkanımız bence daha dikkatli olmalı" cümlesi bana nedense Hrant Dink davası sanıklarından Yasin Hayal"in mahkeme girişindeki, "Orhan Pamuk akıllı olsun!" tehdidini hatırattı.

Mezkur çağrışımda "İnsanlar bir hayli huylanıyorlar" ifadesinin hatırı sayılır katkısı var elbette.

"Cemaate perspektif veren" eleman, "İnsanlar" gibi genellemelerle kendini dışarda tutmaya çalışıyor ama nihayetinde o da bir insan evladı.

Zaten "Gül-İngiliz ilişkilerinin sorgulanmasına neden oluyor" demekle sonuç itibariyle kendisinin de "huylandığını" dermeyan ediyor.

"İngiltere"de yaşamış olmak, İngiliz muhipliğine, belki biraz komplekse ve ülke menfaatleri konusunda zaafa neden oluyor mudur diye düşünenler çıkabilir" derken de aynen öyle.

Aynı mantıkla, "Pensilvanya"da onca yıl yaşamış olmak, Amerikan taşeronluğuna ve ülke menfaatleri konusunda zaafa neden oluyor mudur diye düşünenler çıkabilir…" denileceğini sanırım hiç aklına düşürmemiş.

Zeki ve kurnaz olmak böyle bir şey galiba; "huylanma hakkını" hep böyle kendinizde görüyorsunuz.

Kendinizi zeki herkesi sersem sanınca…

Kendi ülkenizi İngiltere"ye jurnallemede bir sakınca görmez, Cumhurbaşkanımızın daha evvel İngiltere"de yaşamış olmasından nem kaparsınız.

Sabrınız için teşekkür ediyorum; artık açıklamanın vakti geldi:

"Cemaate perspektif veren" eleman Kozanlı Ömer lakaplı "Emniyet İmamı"ndan başka biri değil.

Yine Hanefi Avcı"nın demesine bakacak olursak, Yusuf Gezgin müstearıyla Aktif Haber gibi mecralarda yazılar kaleme almış bir şahsiyet.

Bugünkü yazı yolcuğumuzda bol bol iktibas yaptığımız makalesini şöyle nihayete erdirmiş: "Gül"ü sevdiğinden ve desteklediğinden şüphe duymadığım Aktif Haber de konuyu bir analizinde ele almış…"

Bakıyoruz habere, imza yok; kuvvetle muhtemel kendisi.

Aktif Haber malum yapının(daha çok emniyetçilerin kümelendiği) önde giden internet sitelerinden. Yusuf Gezgin de zaten yazarları arasındaydı.

Mahut sitede "Gül"ün ve İngilizlerin karşılıklı muhabbeti" başlığı altıda söz konusu haberi okuyunca, "birader bu nasıl sevgi, bu nasıl destek" dememek mümkün değil.

Ne diyeyim, Allah cümlemizi böylesi bir sevgiden muhafaza eylesin.

**

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kissinger: Dijital Dünya düzenine geçişte, İlk önce Müslümanlar kül olacak!

17-25 Aralık FETÖ Darbesini 16 ay önce yazan gazeteci

Sayın Mustafi Başbakan