Ezan âşığı Yerli-Milli Bir Aydın: Markar Esayan

 Fazıl Duygun



Bu topraklar ve bu millet, 16 Ekim 2020 tarihinde, son dönemlerde yetiştirdiği büyük bir düşünce adamını kaybetti. Biz onu, Batı düşüncesini ve ondan mülhem Batı emperyalizmini derinlikli olarak analiz ettiği yazılarından tanıdık. Batı kaynaklı ve bütün dünyayı herc-ü merc eden modernizme ve post modernizme getirdiği yeni bir eleştirel bakış açısı, bize yeni nefes olmuştu.

Şöyle demişti bir yazısında:

Ruhumuz yaşlanmadığı için ölümü düşünmekte zorlanıyoruz. Varlığımız dünyadaki bu bedene hapsedilmemiş (kovulmamış) olsaydı, bedenin çürümesi demek olan bir kurala tabi olmayacaktık. (Termodinamik yasaları). Muhtemelen bedenimiz öldükten sonra zaten yaşamaya devam edeceğiz.

Ama modern dünyada ölümün iyice gayrıtabiileştiğini, adeta hakkında konuşmanın yasak hale geldiğini de görmeliyiz. Pre-modern dünyada ölüm sıradan hayatın sıradan bir gerçeğiydi. Melekler, cinler, mucizeler ve öteki hayatın tüm öğeleri gündelik hayatın içinde serbestçe dolaşırlardı. Aşağılanmaz, garipsenmez veya yok sayılmazlardı.

Aydınlanma ile başlayan süreçte, başta entelektüeller olmak üzere laikleşen kişiler gittikçe ölümden sonrasına inanmamaya başladılar. Allah merkezli evren tanımı büyük bir devrimden geçerek Akıl merkezli olana dönüştü. Üst anlam ufku soyuta değil, somuta, insanın kendisine bağlandı. Ammavelakin ölümlü olma gerçeği yerli yerinde duruyordu. O zaman hümanistler ve Akılcılar için ölümün Allah merkezli evrendekinden başka bir anlam kazanması gerekiyordu.
Ya da ölümsüzlüğü bulmak... (Modern bilimin özü nedir ki?)

Entelektüelin iktidarla ilişkisi modern zamanda kurumsallaşmıştır dedik. “İktidardan” anlaşılan sadece “hükümetler” ise işimiz çok kolaydır. Çünkü onlar güçle açık biçimde ilişkilenerek “görünür” olmuşlardır ve takipçileri ne kadar kendilerine bağlı olsalar bunu akıllarında fark etmeden de olsa tutarlar. https://www.yenisafak.com/yazarlar/markaresayan/mahere-inanan-marksistler-2008327

Bu satırlara hangi Müslüman imza atmazdı ki? Esayan, Batı modernizmini işte böyle derinden sorguluyordu. Biz de Türkiye olarak yeni bir entelektüel kazanmanın sevincini yaşamaya başlamıştık. Markar Esayan’ın hepimiz, yine yerli ve milli insanımız Hrant Dink’in ölümüyle tanımıştık.  FETÖ tarafından, ileride Türkiye’yi dizayn edeceği ve işgale kalkışacağı operasyonlara malzeme olması için katlettirdiği Hrant Dink de, hem Biz Müslüman Türkleri baskı altın da tutan Batıcı vesayet odakları Jöntürklere ve hem de Ermeni halkını dünya çapında zihnen esir almış olan  JönErmeni Taşnak hareketini karşısına almış, cesur bir aydındı.

2000 yılında şunları söylüyordu Hran Dink:  1915 metre derinliğinde kör bir kuyuda debelenmek…”.

Ermeni halkını hâlâ bir kuyunun 1915 metre dibinde tutmaya çalışanlar var. O travma içinde onu tutmak istiyorlar. Oysa bu halkın artık kuyunun ağzındaki ışığa erişmesi, bu kuyudan kurtulması lazım. Bunun için de birileri elini uzatmalı. Benim yaşam amacım, bir dram ortaya çıkarılsın ve herkese anlatılsın değil. Elini uzatacak olanlar Fransızlar ve Amerikalılar değil. Zaten onlar ittiler bizi bu kuyuya. Türkiye’nin elini uzatması lazım.”

“Hasta iki toplumuz biz. Türkler ve Ermeniler… Ermeniler Türkler’e yönelik büyük bir travma yaşıyor. Türkler de Ermenilere yönelik büyük bir paranoya… İkimiz de klinik vakalarız. Türkler’de “bakın bunlar birgün gelecek, gene topraklarımızı alacak falan filan, bunların arkasından bunlar gelecek” paranoyası yaşıyor; Ermeniler’deki travmatik durum ise “ulan bunlar bir türlü kabul etmiyor, inkar da ediyorlar yaptıklarını” falan filan, o travmatik durum… Şimdi burada şu var: KİM TEDAVİ EDECEK BİZİ? Fransız Senatosu’nun kararı mı, Amerika Senatosu’nun kararı mı? Kim reçeteyi verecek, kim bizim doktorumuz?

Ermeniler Türkler’in doktoru, Türkler de Ermenilerin doktoru. Bunun dışında doktor moktor, ilaç hekim mekim yok! Diyalog tek reçete, doktor da, birbirlerinin doktoru bunlar. Bunun dışında bir çözüm yok. Yok yok ve yok! Ben açık konuşayım size…” 

**  **

Yerli-milli aydınımız Hrant Dink’in ölümü üzerine, vatansever stratejist ve öğretim üyesi Emin Gürses Vatan gazetesine verdiği bir röportajda şunları söylemişti: Hrant Dink milli güçlerden olduğu için öldürüldü.

Hrant Dink’in Ermeni meselesinin kontrolünü ABD’nin elinden nasıl alırız; Ermeni lobisini nasıl aşarız, diasporayı nasıl saf dışı ederiz; o bunların derdindeydi. Ermenistan sınır kapısının açılmasını, Ermenistan’la Türkiye’nin işbirliği yapmasını istiyordu. Türkeş’in de Erivan’la bir yakınlaşma politikası vardı. İşte milli kuvvet budur. Mustafa Kemal ne diyor, “Milletin ve memleketin saadeti için uğraşan insan en değerli, birinci sınıf insandır” diyor. Dink bu tanımın içindedir. En azından son bir yıldır böyle bir çabanın içinde olduğunu ben biliyorum.
http://www.gazetevatan.com/muthis-iddia-104581-roportajlar/

21 Ocak 2007

İşte böyle birinin yanında yetişmiş “yerli ve milli “ bir aydınımızdı Markar Esayan.

 Esayan, zihnen Batı tarafından esir alınmış Türk aydınını sürekli olarak eleştirdi. Onun millet ve devlet düşmanlığını hep yüzlerine vurdu. Modernizmi ve post modernizmi sorgulamadan, Batı emperyalizminin gönüllü olarak koçbaşı görevini üstlenmesini yüzlerine haykırdı.

Gizli vesayet odakları ve Batıcı aydınların, hem de milletin seçtiği iktidarlara yönelttiği suçlamaların aslında kendilerinin nasıl gerçekleştirdiğini şöyle yazmıştı Markar Esayan:

Entelektüelin iktidarla ilişkisi modern zamanda kurumsallaşmıştır dedik. “İktidardan” anlaşılan sadece “hükümetler” ise işimiz çok kolaydır. Çünkü onlar güçle açık biçimde ilişkilenerek “görünür” olmuşlardır ve takipçileri ne kadar kendilerine bağlı olsalar bunu akıllarında fark etmeden de olsa tutarlar.

Ama iktidar biçimleri, güç merkezleri oldukça çeşitli ve genellikle kamuflajlıdır. En güçlü iktidar biçimi üzerinde hiç konuşulmayandır. Muhalifler ve insan hakları çevreleri varsayıldığından çok daha anormal iktidar alanları yaratırlar. Bunların sadece insani amaçlar için güçlerini kullandıklarını söyleyemeyiz. Soros’tan bir Rahibe Teresa çıkarmak olur bu. Yıllar önce faili meçhuller üzerine bir belgesel çekmek isteyen bir grubu dinlemiştim. O alandaki sivil toplum örgütünün ağına takılmışlardı. O kurum tüm faili meçhul aileleri adeta zimmetine geçirmişti.

Bu tesadüfi gelişmiş bir sınıf değildir; oluşturulmuştur veya modernitenin açılış kurallarını koyduğu değer/öncelikler zemininde belirli bir tipe uygun gelişmiştir. Modern aydın, modern veya postmodern durumun ötesine geçemediği müddetçe, cama vuran kuşlar gibi kendi düşünsel sınırına çarpacaktır. Kendi kimliği/dini gibi algıladığı paradigmanın (modern yaşam/bilim/kültür biçimleri) kaynama noktasında, yani buharlaşma başladığı anda söze müdahale gücünü yitirdiğini hissedecek ve alarma geçecektir. https://www.yenisafak.com/yazarlar/markaresayan/aydinin-makus-talihi-makul-tarihi-2008349

Yetiştiği, havasını soluduğu, suyunu içtiği  toprakların tefekkürü, vicdanı, hikmeti ve irfanı önünde Batı modernizmini ve ondan kaynaklanan Batı emperyalizmini sorguya çeken bir entelektüel olarak Esayan, günümüzde ABD-AB tarafından kullanılan ve beslenen PKK terör örgütü üzerinden, Kürt meselesi olarak  propagandası yapılan soruna karşı, Müslüman Kürt halkını defalarca şöyle uyardı:

Hrant Dink Kürt Sorunu hakkında ne diyordu?

 

“Geçmişte İngilizlerin, Fransızların, Rusların, Almanların şu topraklar üzerinde oynamış oldukları rol neyse bugün de aynen tekrarlanıyor. Geçmişte Ermeni halkı onlara güvendi. Kendilerini Osmanlı zulmünden kurtaracak sandılar ama yanıldılar. Çünkü onlar geldiler kendi işlerini, hesaplarını yaptılar, çekip gittiler ve burada kardeşi kardeş ile kan içerisinde bıraktılar.

Ve bugün Kürtlerin yaşadığı aynı budur.

***

Bugün Amerika geldi Kuzel Irak’ta bir Kürt devleti oluşturmak üzere. Kürt kardeşlerimiz için orası bir çekim alanı oldu. Ne oldu bir başka şey mi oldu? Bir ümit mi oldu? Bu çok tehlikeli bir gidiş. Amerika bu, gelir kendi hesabını yapar, işine bakar, işi bittiğinde de çeker gider. Ondan sonra insanları burada kendi didişmesi içinde bırakır.”

***

Hrant Dink öldürülmeden önce, memleketi Malatya’da katıldığı bir toplantıda bu uyarıyı yapıyordu. Daha önce de bir kez alıntılamıştım. Başkaları da yazdı…

Ama öyle gözüküyor ki, bırakın HDP’yi PKK’yı FETÖ’yü ABD’yi, CHP’sinden İP’ine, Ekrem’inden Canan’ına, sözde solcusundan beyaz Türkü’ne, yeni particilerden bir kısım sözde İslamcısına kadar bu bayat emperyal oyunun büyüsüne kapılmış durumdadırlar.

Hrant Dink’in özellikle Kürt meselesi konusunda, Ermeni meselesiyle mukayeseli harika yaklaşımları, yazıları, röportajları vardır. Yukarıda en bilineni alıntıladım. İşlerine gelmiyor, gündeme getirmiyorlar. Yazık! Ahirette hesabını Hrant’a verirsiniz artık.

***

Kürt halkını bile isteye felakete sürüklüyorlar. Hadi geçen yüzyıl bu zihniyet henüz yeniydi. Ama yüz-yüz elli yıl sonra bu bayat emperyal oyunu hâlâ yutturuyor olmaları ağrıma gidiyor. Ya da belli ki olay yutturmadan başka bir durumdur; belli ki tarlalar epey derinden sürülmüştür.

***

Ve belli ki bu laflar beyhudedir. Herkes rolünü oynayacaktır. Devletimiz de milletimizle birlikte bu emperyal oyuna engel olacaktır. Demokrasiden taviz vermeden, adaleti sağlayarak, ama hiçbir ameliyata da meydanı bırakmadan bu eşiği geçmek durumundayız.

Türkiye’nin çökeceğine dair öngörü ile pozisyon alanlar bozguna uğrayacak, utanç içinde kalacaklardır.

Bu iyiniyetli bir uyarıdır. Türkiye İttifakı son fırsattır.

27 Ağustos 2019 Salı

https://www.aksam.com.tr/yazarlar/markar-esayan/hrant-dink-kurt-sorunu-hakkinda-ne-diyordu-c2/haber-1000730

 

Markar Esayan, öylesine yerli ve milliydi ki, ABD-Batıkuklası FETÖ terör örgütünün 15 Temmuz gecesi kalkıştığı” Türkiye’yi işgal ve parçalama” projesine karşı, bütün camilerde selâlar verilirken, ezanlar okunurken, şu twiti atmıştı:



Yine 15 Temmuz sonrası, milletimiz Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çağrısıyla, sokaklarda  işgalcilere karşı direnirken twitter hesabından paylaştığı şu twitiyle  de milletimizin gönlündeki yerini daha da sağlamlaştırdı: 



Markar Esayan, Ayasofya Tekrar Camii olarak ibadete açıldığında, içimizdeki Jöntürk-Jönkürt Batıcıların öfkesine karşı, Hrıstiyan  Ermeni bir vatandaşımız olarak şunları yazabilmişti:


İşte, milletimizin gönlünde sevgiyle yer edinen ve hep sevgi ve saygıyla hatırlanacak olan bu entelektüelimiz, Müslümanlar için şunu düşünürdü. Gazeteci-Yazar  Salih Tuna sık sık yazıp, duruyor o sözleri:

“Sevgili dostum Markar Esayan’ın ‘soykırım’ konusunda yüreği sertleştiğinde dedesi eline dokunur, ‘Oğlum, Müslümanlar iyidir’ dermiş.

Seninle birkaç defa muhabbet etmiş ve telefonda sohbet etme şerefine nail olan biri olarak: Sevgili Markar, ben “ FETÖ’cülerin hâkim olduğu bir yargı düzeninde defalarca “şeriat düzeni getirmeye çalışmakla yargılanmış” bir Müslüman Türk olarak diyorum ki: Ezana, bu vatana, bu Müslüman millete olan sevgi ve bağlılığından dolayı; Rahmeti sonsuz olan Yüce Allah, İnşaallah, sana da Ahirette o sonsuz rahmetiyle mukabele eder.




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kissinger: Dijital Dünya düzenine geçişte, İlk önce Müslümanlar kül olacak!

17-25 Aralık FETÖ Darbesini 16 ay önce yazan gazeteci

Sayın Mustafi Başbakan