KÜRESEL AYNANIN GÖSTERDİĞİ: ‘’ BATI’NIN ÇÖKÜŞÜ, DOĞU-İSLAM’IN DİRİLİŞİDİR!

Fazıl Duygun. 

10 yıl kadar önce Ankara-Kızılcahamam cezaevinden yazdığım, Batı ve Çin'i değerlendirdiğim makalem.

Aylık dergisi, Nisan 2011

*

Bu yazıyı, iktisadi düşünce ile sanat ve hikemiyat üzerine yıllardır makale yazarak okuyucularına, zamanın bakışına dair, bir perspektif sunan Mevlüt Koç Bey’in Aylık Dergisi’nin Şubat 2011 tarihli 77. Sayısının 12-14. sayfalarında yayınlanmış olan ‘Küresel Aynada Görünen’ başlıklı makalesinden ilham alarak ve onu biraz daha genişletici bir şekilde, onu yorumlayarak ve nazire yaparak yazıyorum.

Mevlüt Bey’in ‘’Küresel Aynada Görünen’’ başlıklı yazısını okuyanlar, o makalede ‘’krizdeki kapitalizmin – yani Batı krizden çıkmak ve tekrar dirilmek için Asya- Doğu başta olmak üzere, tıpkı 17 ve 20.’ci asırlar arasında olduğu gibi, dünyayı bir kez daha yeni baştan değiştirmek, dönüştürmek yani Batılaştırmak gayesinde olduğunu görecekler.

Bu yeni ‘’Batılılaşma’’, bütün dünyayı Batılılaştırarak çökmüş olan 17.-20. arasındaki asırlardan farklı olarak, birçok yerde onun üzerine bina edilmiş, birçok yerde ise onu yıkmak isteyen, askeri olmaktan çok, zihni (siyasî, kültürel ve iktisadi olarak yeniden dönüştürme ve yapılandırma) şeklinde uygulamaya konulmuş görünmektedir. Askerî yapılanma ise, yeniden sömürgeleştirilen diyarların, isyan etmesi muhtemel diyarlar üzerine, işgalci efendileriyle beraber onlar gibi düşünüp, hareket edecek şekilde tasarlandığı görülmekte.

Misal (Somali’yi Batı adına işgal eden, işgal edilmiş Etiyopya... Afganistan’ı ABD-NATO ile birlikte işgal eden gönüllü müstemlekeler...)

Mevlüt Bey meşhur yazısında, kapitalizm temelli bu dönüşümün, dün olduğu gibi bugün de ‘’İngiliz emperyal düşünce sistemi örgütlemesi’’ dahilinde uygulanmaya çalışıldığını ifade etmiş ki, bizimde büsbütün katıldığımız doğru bir tespittir.

Mevlüt Bey, kapitalizmin ‘’Ceneviz, Hollanda, İngiltere ve ABD temelli olarak bir silsile takip ettiğini söylerken, esas temelin İngilizler tarafından atıldığını, ABD’nin artık bu liderliği sürdüremeyeceğini ve ipi tekrar İngiltere’nin ele aldığını ifade etmektedir.

Kapitalizmin gelişip, dünyaya kök salma tarihine bakacak olursak, Hollanda’da gelişmenin -1600’lü yıllar- toprağa henüz kök salmış bir fidanın -Cenevizliler tarafından dikilen- büyüyüp, ağaç olmaya geçiş dönemidir diyebiliriz. Hollanda bu liderliği daha fazla ilerletemedi çünkü Anglo-Sakson değildi. Hollanda çatışmacı kıta Avrupa’sının kültürüne sahip, Protestan ama çatışmacı ve dışlayıcı Alman (Germen Latin Avrupa’sı) kültürü tarafından şekillendirilmiş bir kültüre sahipti.

Bu kültürün temel özelliği, Almanlar gibi ateşli ve sabırsız olmasıdır. Tıpkı bugün, liberalizmin vatanından biri olduğu halde, ayrımcılık-ırkçılık- damarlarının kabarması gibi, İngilizler, oldukça sabırlı ve soğuk kanlı bir millettirler. Bir de bunu üzerine, para ve finans işlerinin dehası olan, Yahudilerle ittifakı perçinlenince, Dünya’ya hakim, bir kültür ve medeniyet’’ haline gelmişlerdir. Kendilerinden önce, diğer Batılı kapitalist devletlerin işgal ettiği yerleri, çoğu kez işgal edilmiş topraklardaki toplumların desteğini de alarak, bu işgalci, Avrupalı devletleri oradan çıkarıp, zorlama olmadan ve kolayca kolonileştirmişlerdir. İngiltere, kıta Avrupa’sı, 30 yıl, 100 yıl savaşlarıyla birbirini doğrarken, Bütün Avrupa aydınlarına kucak açmış ve neredeyse, 1 asra yakın şekilde bu aydınlarından faydalanmasını bildiği gibi, tekrar ülkelerine dönen bu aydınlar ‘’ İngiliz kültürünün taşıyıcılığını’’ yapmışlardır.

Magna-Carta ve ardından demokrasiye geçerek, uzlaşmacı bir toplum oluşturmaları diğer Avrupa milletleri üzerinde de bir imrenmeye yol açmış ve üstünlük sağlamıştır.

İngilizler tam 1,5 asır dünyaya nizam vermişlerdir. 2. Dünya Paylaşım Savaşı’ndan sonra liderliği İngilizlerin elinden alan ABD ise 50 yıl bile dayanamamıştır. Bunun en önemli göstergesi, Irak ve Afganistan işgallerinde uğradıkları bozgunlar ve bu bozgunların faş ettiği ‘’geleceğe dair, kendine ve dünyaya şekil verme vizyonsuzluğudur’’. Daha doğrusu bir vizyonu vardır ama bu bir felsefi, temele dayalı bir fikir sistemi değil, Hollywood ve medya makyajıyla destekli, azgın bir hayali ve hayattan kopuk liberal kapitalizm’dir. ABD’nin öde gelen demagoglarından ve Newsweek ile New York Times’ın başyazarı Ferid Zekeriya geçtiğimiz yıl İngiliz-Amerikan sistem kıyasını şöyle izah etmiştir:

Aslında İngilizlerin ekonomik üstünlüğü daha 19. Asır ortalarında azalmaya başlamıştı; ama İngiltere düşünce üreterek dünyaya bir asır daha yön vermeye devam etti. ABD ise Irak ve Afganistan’da uğradığı muazzam kayıplar ve bunun neticesi ekonomik çöküşe rağmen, ekonomik olarak kendini tekrar toparlayabilir; ama dünyaya yön veremez çünkü bir düşünce üretebilecek bir kapasiteye sahip değil! (Le Monde Diplomatique Turquie- Ocak 2010).

Evet, Amerikalılarda olmayan şey; Düşünce yani fikir sistemidir... Amerika, bir İngiliz- Yahudi olarak –daha çok Yahudi’nin hakimiyetinde ve onun şekillendirdiği dış politika’da, İngilizler’in yol göstermesiyle hareket etmiş, ne zamanki onları dinlememiş, kurtulamamıştır. Irak işgalinin ilk aylarında, İngilizlerin önemli siyaset adamı ABD’nin işgal sonrası haline dair şu tesbitlerde bulunmaktadır:

‘’Görüldü ki, Amerikalılarda işgal sonrasına dair hiçbir projeleri yok. Onlar, işgal etmekle her şeyi çözdüklerini sanıyorlar. Başları büyük belada, zamanla anlayacaklar. Sorsalardı biz onlara yol gösterdik!

Bir İngiliz soyu olduğu halde, niçin İngiltere gibi değildir ABD? Bir kere ortalama manasıyla saf bir İngiliz değildir ABD. Kıtaya giden ilk İngilizler, Yahudilerin inancını benimsemiş, bugünkü Neo-Conların -Evangelist- ataları olan ve İngiltere’de iktidar iken yaptıkları zulümden dolayı iktidarı kaybeden püritenlerdir. Püritenler, ABD’yi kendileri gibi seçilmiş kavme Allah’ın hediye ettiği ‘’New Israel- Yeni İsrail olarak görmüşlerdir. Bir ‘’seçilmiş halk’’ inancı İngiliz kültürü dahilinde değildir. ‘’seçilmiş halk’’ inancı Yahudilikten, mülhem ve ‘’Germen-Latin, Katolik- Protestan'’ kıta Avrupası’na aittir. Dışlayıcıdır, dönüştürücü değildir. Çatışmacıdır, uzlaşmacı değildir. Zaten bu sebepledir ki, İngiliz devletinin işgal etmediği ancak püriten İngilizlerce işgal edilen iki kıtada ‘’Amerika ve Avustralya’’da yerli halk Katoliklere bile insaf okutacak şekilde, topyekün katledilmiştir.

Amerika ve Afrika’yı işgal eden Katolikler bile yerlileri topyekun katletmemiştir. ABD, dışlayıcı ve çatışmacı kültürde belki Kıta Avrupa’sı kadar ileri gitmemiştir. Ancak yapısındaki püriten 2’som ve saf Yahudi inancıyla, fikirden çok altın ve para ile ilgilenmiş ve sistemini büsbütün finans kapital üzerine kurmuştur. ABD tarihinde (Üstadımızı haklı çıkarır şekilde) bir tane bile insanlığa mal olmuş bir fikir adamı yoktur. Sadece William James vardır. Pragmatizm fikrinin babası o da kendi hayat sistemlerini idealleştirdiği için makbul görür.

ABD hayat tarzı, hayatın acı yönlerini iptal ederek ‘’her ne halde olursan ol, mutlu görün’’ anlayışı üzerine bina edilmiştir. Bu sebeple, Hiroşima’yı Nagazaki’yi, Bağdat’ı, Kabil’i, Vietnam’ı yıkıp yakan, milyonlarca masumu acımasızca katleden askeri hep gülücük dağıtır, mutlu görüntü verir. ABD’nin görünürdeki üstünlüğü ‘’hayattan kopuk sanal ekonomi, Hollywood ve medya makyajı ile gayesiz teknolojik buluşlardan’’ mülhemdir. Bugün bütün bu üstünlükleri kaybetmekle yüz yüzedir. Günümüzde, ABD’yi ABD yapan ve onun dünyaya ihraç ettiği her şey, belirli bir fikir temeli üzerinde olmak şartıyla, İngilizlerin eseridir. Demokrasi, liberal kapitalizm, BM teknolojisi, kültürel barış vs...

ABD, bu kavramları en adi seviyede materyalistleştirerek 50 yıl gibi bir sürede tüketmiştir. ABD, hayatı sadece ve sadece, ‘’borsa, medya ve teknolojik tüketim’’ olarak görmüştük. ABD’nin küresel barış ve düzen propagandası bile, Vesfalya (Westphalia) sisteminin ihya edilmesidir. Peki İngiltere, ABD üzerinden dünyaya yeniden şekil verebilir mi? Bu sorunun cevabı: İmkansız! Çünkü, İngiltere artık bir düşünce üretebilecek, bir fikir sistemi vazedilebilecek bir devrimci aydın kadrosuna sahip değildir. Nüfusuyla, kurumlarıyla, çökmüş olan ekonomisiyle İngiltere gerçekten çok ama çok yaşlanmıştır. Ne yeni ‘bir teknolojik devrime mecal yetirebilecek bir fen adamları kadrosuna sahiptir, ne de kullanıla kullanıla, ihraç edile edile yıpranıp, tükenmiş demokrasisi cezp edicidir. Ne de Vesfalya öncesi Avrupalı entelektüellerin cazibe merkezidir. İngiltere’nin yapabileceği tek şey, kendisinin başlattığı ancak ABD’nin süflileştirerek basit bir maddeci-tüketici haline getirdiği Batılılaştırılmış dünyanın, yani aslı bozulmuş ama bir türlü Batılı da olamayan diğer dünyanın (Kıta Avrupa’sı dahil Anglo-Sakson olamayan dünya) yeniden şekillendirilmesi değil, biraz daha batağa saplandırılarak Batı’nın çöküşünü geciktirmeye çalışmaktan ibarettir. Mevlüt Bey’in ifade ettiği gibi, ‘’birbirinin devamı olan bu rejimler, her nöbet değişiminde, kendini daha büyük ölçekte yeniden üreten strateji ve yapılar üzerine kurulmakta, fakat güç ve yapılarındaki artış ve karmaşıklığa nisbetle ömürleri azalmaktadır. ‘’

Gittikçe karmaşıklaşan, yapısı icabı karmaşıklaşmak zorunda kalan devasa yapılar, birbirinden koparak, başına buyruk birer bağımsız yapılar olarak devam etmeye çalışmakta, bu durum ise yapıyı hızla çökertmektedir.

Mevlüt Bey, krizin ve kriz dönemlerinin, onu örgütleyen sistem sahipleri tarafından -bütün bir vurgun yolu açtığı için -yönetilip dozunu ayarlanabildiğini söylemekte ve şunu ilave etmektedir.

‘’(…)’’ Dolayısıyla istikrarsızlığın sona ermesi bu grupların işine gelmez, hatta devamını isterler. Böyle bir çaba içinde olmasalar bile, sistem açısından durum pek farklı seyretmez. Zira kriz yapısaldır, ‘’kurucu ve örgütleyicilerinin inisiyatifinden her an çıkma eğilimindedir.’’ Yani yapısında kriz bulunan bir sistemde, sürekli çıkararak büyük vurgunlar elde edenler, her an çıkardıkları bu krizin altında kalabilirler. Vaziyeti şöyle ifade edecek olursak; Kapitalizmin yapısı icabı, içi benzin dolu fakat sürekli çatlayan ve oksijen kaynağıyla bu çatlakların kaynatılmak zorunda kaldığı büyük bir tanktır. Bu tankta çıkarılan kontrollü yangınlar, her an kontrolden çıkarak, tankın içindeki benzini tutuşturarak tankın imhasına yol açmaya meyillidir. ‘’

Mevlüt Bey, sistemin yeni bir halef aradığını ve bu halefin G20 (Gelişmiş 20 ülke), dediğimiz geleceğin kapitalist öncü bloğu olması planladığını ifade etmiş.

G-20 denilen ve ultra liberal kapitalist sistemin küresel çaptaki taşıyıcıları olarak tasarlanan G-20 ülkelerinin başında Çin, Rusya, Hindistan, Brezilya ve Türkiye gelmektedir.

Peki bu ülkeler tasarlandığı gibi küresel kapitalizmi taşıyabilecek çaba ve güce sahipler mi? Hepsi de 200 yıldan beri Batılılaşmaya çalışılan ancak Batılı olamayıp, kendi öz hususiyetlerini de koruyamayan bu ülkeler, ‘’demokrasi-liberalizm’’ kazanında bir türlü istenilen kıvama getirilememektedir. Bunun sebebi de inançları, kültürleri, müesseseleriyle bir bütün olarak yani hayat tarzları icabı, ‘’Batılı liberal kapitalist demokrasi’’ olamamaktadırlar ve asla olamazlar. Olacak olan sadece ve sadece, kendi orijinlerinin bozulup, yozlaşması olacaktır. Bu da nihai neticede, Batı için bile büyük bir tehlikeye sebep olacaktır. Şimdi, G-20'nin büyüyen yeni ülkelerini kısaca bir değerlendirelim:

Çin: İngiliz işgaliyle Batı kültürüne muhatap olmak zorunda kalan Çin, Maoist devrimle, pozitivist-materyalist Batıcı bir ideoloji olan Marksizmi teorik bazda değiştirerek Çin şartlarına uyarlamakla beraber büsbütün Batı’nın tesirine girdi. Ardından, devletçi kapitalizm denen bir kavramla, ABD’nin liberal kapitalizme kapıyı açtı. Hedef, demokratik bir kültür ve tecrübesi olmayan Çin halkını devlet kontrolüyle kapitalist sisteme entegre etmek. İş bu kadar değil tabii ki. Kapitalizmin yetişip, büyüdüğü ideolojik bir kültür var, o kültür ve fikir yani ideoloji kazanılmadan kapitalist olmaya kalkarsanız, ‘’hiçbir ölçüsü olmayan, tüketim manyağı bir sürüyle’’ karşı karşıya kalırsınız. Kendi kültüründeki kanaatkar hususiyetleri kaybetmiş ve azgın tüketici sürü haline dönüşmüş bir Çin dünyanın başına büyük bir bela olur. Hele bu Çin’i Batılı tarzda bir demokratik seçim sistemiyle yönetmeye kalkarsanız, atomize olmuş yüz milyonlarca serseri mayınla yüzyüze kalırsınız. Kapitalizm, Çinlileri bir arada tutan son manevi ve ahlaki bağları da koparmak üzeredir. Çin, değil dünyaya şekil vermek, yönlendirmek,’’ kendine şekil verecek bir ideolojik formasyona bile sahip değildir.

Hindistan: Kast sistemi sayesinde, sadece 5 bin askerle, 200 milyonluk Hindistan’ı işgal eden İngiltere, kapitalist ABD’nin kast sistemini yıkmaya çalışmasına ne der bilmem. Kast sistemi çift taraflı keskin bir bıçaktır. Durduğu sürece, kapitalizm Hindistan’a kök salamaz, yıkıldığı an da ise Hindistan toplumu herc-u merce uğrar, onu bir arada tutabilecek hiçbir bağ ve kural kalmaz. Çünkü Hindistan’ı bir arada tutan Budizm ve onun getirdiği kast sistemidir.

Soli Özel’in 2005 yılında Gerçek Hayat Dergisi’ne verdiği ve bizimde Aylık Dergisi’nin Şubat 2006 tarihli sayısında ‘’Haşhaşi Dünya Düzeni ve Gazali Akınları’’ başlıklı yazımızda değerlendirdiğimiz ‘’Hindistan ve Çin’’ hakkındaki görüşleri şöyle idi: Batı güçlü olduğu için değil, alternatifi olmadığı için yeniden dünyaya şekil verecektir. Hindistan ve Çin bir ideolojiye sahip değiller, sadece kapitalizmin yedeğindeler. Bu tespit Mirzabeyoğlu’nun Başyücelik Devleti isimli eserindeki ‘’Çin ve Hindistan birer aç insanlar silosu’’ olmaktan öte bir şey değildir. (mealen) tesbitinin, kendi açılarından ifadesidir.

Çin ve Hindistan, tüketici ABD’nin ucuz üretim atolyesidir, o kadar! Rusya ise, petrol ve doğalgaz ihraç eden bir ilke olmaktan öte bir şey değildir. Dünyaya verebileceği hiçbir fikri kısıntıya sahip değildir. Tek tehdit askeri teknolojide üstünlüğe sahip olmasıdır. Ancak bu durum, yani halkını bir ideale bağlamadan sukunet içinde tutabilme hali daha ne kadar sürer, belli olmaz.

Japonya: ABD işgaliyle tepesine vurula vurula, ABD’nin ve kapitalizmin Asya ve Pasifikteki kalesi olmak zorunda kalmıştır. Ancak bu kale olma hali Japon halkının bir kültürel ve fikri altyapıya dayanarak benimsediği bir hal değildir. Zoraki bir durumdur. Japon halkı ABD’nin ülkelerinden defolup gitmesini istemekte, ancak önemli bir Japon stratejisinin ifade ettiği gibi; ABD ekseninden çıkmış bir Japonya, sudan çıkmış bir balığa döner. Çünkü son 60 yıldır ABD’nin şemsiyesi altında yaşamaya o kadar alıştı ki, onsuz ne yapacağını düşünemiyorum bile! (Le Monde Diplomatique Turquie)

Bir zamanlar kapitalist büyüme sayesinde, daha 1965’li yıllarda ABD2yi işgal edeceği düşünülen Japonya... Önde gelen ABD siyaset bilimcilerinden Paul Kennedy tarafından ‘’Pasifikten gelecek gücün başta ABD olmak üzere Batı üzerinde nasıl bir güç hakimiyeti sağlayacağı ‘’ (The Rise and Fall of the Great Powers- Büyük Güçlerin Yükselişi ve Düşüşü) anlatılan Japonya... Son 20 yıldır liberal-demokratik sistemin bataklığa saplandığı bir ülke haline geldi. Japonya, Batı tekniğinin hızlı bir taklitçisi ve kendi öz kültüründen hızlı kopmuş olarak, hızlı bir tüketici toplumu haline gelmiştir. Bütün bu süreç içerisinde, kendi toplumuda dahil, insanlığa sunabileceği bir tek fikir kırıntısı esere bile sahip değildir maalesef!

Brezilya: Latin Amerika kıtasının en büyük ve en zengin yeraltı kaynaklarına sahip ülkesi... Bütün Amerika, sömürgeci-kapitalist Batı’ya karşı, 5000 yıl boyunca kanlı isyanlar ve devrimlerle mücadele ederken, sahip olduğu nüfus ve büyüklüğüne rağmen kıtanın en küçük ülkesindeki devrimciler kadar isyan etmeyen bir festivaller ülkesi...

Brezilya hariç bütün kıta büyük edebiyatçılar çıkarırken, Brezilya çıkara çıkara süper seksi mankenler hediye edebilmiştir dünyamıza... Sizce bu toplum insanlığın geleceğine yön verebilecek bir ideoloji üretebilir mi? Kapitalizm bu ülkeye ABD’den kopya edilerek yerleştirilmiş zaten.

Gelgelelim Türkiye’ye: Kumandan Carlos’un defalarca ifade ettiği gibi sahip olduğu muhteşem geçmişiyle, liberal demokratik sömürgeci yeni dünya düzenini devam ettirebilecek bir kabul ve dönüşüm sağlayabilecek mi?

Serdar Turgut’un idollerinden ABD derin devletinin önde gelen adamlarından Robert Kaplan 2000 yılında Türkiye ile ilgili bir makalesinde şöyle diyor: ‘’Küresel kapitalizmi Çin ve Hindistan’ın köylerine kadar bütün dünyaya kabul ettirdik. Ancak buna direnen bir yer var. Türkiye! Türkiye’deki orta tabaka yani İstanbul, Ankara ve İzmir’in gecekondularında yaşayan halk küresel kapitalizme hala şüpheyle yaklaşıyor. Bunun temel sebebi’de şuurlarında hala mazideki Osmanlı İmparatorluğu tarihini yaşatmaları. Türkiyeyi’de kapitalist sisteme katmak için yapılacak şey, bu orta tabakayı kapitalist tüketim kültürüne adapte edip, onlardaki bu tarih şuurunu kırmaktır. (Biyografi Net Dergisi, 12.Sayı)’’

Evet aynen böyle diyor Kaplan ve şu Ilımlı İslamcılık siyaseti de sırf bu yüzden destekleniyor zaten! Serdar Turgut, tıpkı Soli Özel gibi Batı’nın çökse bile dünyamıza yine yön verebilecek tek güç olduğunu yazıyor. Tabii bunu yazarken, büyük bir temenni duygusuyla yazıyor. Bakın ne diyor:

Evet, Amerika orta sınıfı dün anlattığı gibi yok olmaya başladı ve global yeni orta sınıfın Doğu’ya kaymasıyla birlikte ekonomik dinamizmin Batı’dan Doğu’ya kaymış gibi gözüküyor. Ama bu, Doğu’nun üstünlüğünü sağlamaya yetmeyecek. (…) Çünkü Batı’nın kaybetmeye başladığı üstünlüğü tekrar tekrar kazanacağı ve yine global dünyayı belirleyecek gücün Batı olacağı yolunda işaretler var. Bunların bazılarını sıralarsam Doğu’nun yeni ekonomik gücüne rağmen neden global dünyanın lideri haline gelemeyeceğini anlatmış olurum umarım. (…) Bugün yeni güç olarak ortaya çıkan Hindistan’da ve Çin’de bu duygular bu ideoloji yok. Buna uygun kurumlara da sahip değiller. (…) Yeni orta sınıfların oturmuş bir dünya görüşü henüz yok. Çünkü bu dünya görüşü, hayat tarzlarına bağlı olarak tanımlanacak.

Bu sınıflara hayat tarzı tanımlamak, bunu oluşturmak gücü sadece Batı’daki yeni elitlerde var. Doğu’dakiler henüz çabalıyorlar ve ideolojik şaşkınlık içindeler. Batı ile Doğu arasındaki hayat tarzı savaşlarını Batı’nın kazanması ihtimali hayali yüksek. (HaberTürk Gazetesi, 12 Şubat 2011).

Serdar Turgut’un ‘’yeni orta sınıf’’ ise meydanlarda pek görünmeyen ama internet üzerinden sosyalleşen(!) yeni yetme zenginlerin oluşturduğu, ‘’milliyetsiz, vatansız, paradan başka bir aidiyeti olmayan’’ bir sınıftan mülhem.

Bilgisayar ve cep telefonu olmadan yaşayamayan bunların elektriğini kessen veya bataryasını vermesen, evinin yolunu bile bulamayacak bir sınıf(!) bu yeni yetme sınıf.

Serdar Turgut ve Soli Özel’in de açıkça ifade ettikleri gibi, ‘’Dünya bir ideolojisizlik krizi’’ yaşıyor. Peki, ABD tekrar dönüştürebilecek fikri bir alt yapıya sahip mi? ABD bugüne kadar hiçbir zaman bir fikri altyapıya sahip olmadı. O, İngiliz-Yahudi medeniyetinin bir ürünü olarak, materyalistleşmiş bir hayat tarzını en başta kendisini var eden Avrupa olmak üzere bütün dünyaya dayatarak mahvetti.

Bir Amerikalı yazarın ifadesiyle ‘’ en azgın ideolojisizlik ideolojisine sahip’’ Amerika, Üstat Necip Fazıl’ın ifadesiyle ‘’hayat tarzıyla hiçbir fikrin yeşermesine müsaade etmeyen ahmak bir fildir.’’ Yine, yazımızın başında da ifade ettiğimiz gibi savaş sonrası İngilizlerden aldığı öncülüğü sadece 50 yıl götürebilmiş ve bir vizyonsuzluk neticesi de gücünün doruğundayken çökmüştür. ABD, sadece kendini değil, Batı medeniyetini belki yeniden ayağa kaldırabilecek bir alt yapıya sahip Avrupa’yı tüketerek, Batı toplumunu’da tüketmiştir. Bu saatten sonra, ne NATO, ne AB, ne de G-20 toparlayamaz artık Batı’yı.

Dünya bir ideolojiyi krizi yaşıyor. Daha doğrusu, Fransız reklamcı yazar Frederic Beigdeber’in ifadesiyle ‘’idealsiz, gayesiz bir çağda yaşıyor.’’

Bunu yıllar önce söyleyen ve insanlığa yepyeni bir dünya görüşü,  yeni bir "İslâm medeniyeti" fikir sistemi sunanlar da Necip Fazıl ve Salih Mirzabeyoğlu’dur. Soli Özel’in de, Serdar Turgut’unda çok iyi bildikleri halde gözlerden saklamak istedikleri budur. Bugün Mısır ve Tunus’taki ayaklanmalarda hep bu ideolojinin izini arıyorlar hem de büyük bir korkuyla. Çünkü, Batı ne yaparsa yapsın, İslam dünyasındaki ‘’İslam medeniyeti" ‘’ özlemini bir türlü yok edemedi. Bu sebeple, Afrika’da gösterilerde, ‘’İslami bir slogan duyarız’’ diye, kalp krizi geçirecek kadar paniklemektedirler. Ve oralardaki Müslümanların bir ideolojiye sahip olmadıkları avuntusuyla kendilerini rahatlatmaktadırlar.

Peki ya Türkiye? Oralarda model olarak gösterilen Türkiye? Aslında korkunun adı Mısır değil, Türkiye’dir? 

Thomas Friedman, Oliver Ray, Fransis Fukuyama vs. bütün liberal-demokrasi sözcüsü Batılılar ve onların işbirlikçilerine geçmiş olsun. İngilizce tabirle son (decade)’nızı, yani 10 yılınızı yaşıyorsunuz!...


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kissinger: Dijital Dünya düzenine geçişte, İlk önce Müslümanlar kül olacak!

17-25 Aralık FETÖ Darbesini 16 ay önce yazan gazeteci

Sayın Mustafi Başbakan