Modernizme karşı postmodernizm (mi?)






FAZIL DUYGUN- Akademya Dergisi,3. Sayı, Temmuz 1996 (yazının yazıldığı tarih-Eylül 1995)


Modernizm,   klasik   literatürde   Aydınlanma  Çağı (17. yy) ile başlayan ve "Aklın İlahlaştırıldığı ve  her şeyin  ölçüsü olarak yine Saf Aklın öne sürüldüğü bir zihniyetin ve onun üzerine inşa edilmiş Batı Medeniyetinin  sıfatlandırılmasıdır."



 Pozitivizm, Rasyonalizm, Realizm, Kartezyencilik v. b. gibi felsefi sıfatlar altında putlaştırılan insan aklının; "Bütün Alemi" yekpare bir bütünlük halinde, her şeyi "Mutlak" olarak çözebileceği iddiasının inanç olarak yaşandığı bir çağdır, Modern  Çağ.

-"Modernlik tasarısı onsekizinci yüzyılda yaşayan aydınlanma filozoflarının  nesnel bir bilim,  evrensel  bir ahlak   ve  yasa   ile  özerk   bir  sanat  geliştirme   amacı güden  çalışmalarıyla  biçimlenmiştir."  (1)

Pozitivizm bir modern çağ felsefesidir. Akılla (deneyle)  ispatlanamayan  hiçbir  şey gerçek değildir...

Bütün  insanlık  tarihi,  zoru nlu  olarak  üç  devreden geçmiştir ve  geçecektir  (teolojik  çağ,  metafizik  çağ ve bilimsel   çağ)...  Aynı  şartlar  altında   aynı  olaylar  her zaman  aynı sonuçları verirler  mantığına  sahip bir  toplumsal  projedir.

Marksizm  bir  modern  çağ  felsefesidir;  insanlık  tarihini,  determinist  bir  anlayışla  zorunlu dört devreli hâle indirger.  Bütün  toplumların  aynı  devreden  geçeceklerini  ve  aynı  şartlan  yaşayacaklarını  iddia  eder.  Pozitivizm  gibi bir  toplum  projesidir  ve  bilimsel (!) olmayan hiçbir  şeye  hayat  hakkı  yoktur.

Kapitalizmden, Faşizme, Rasyonalizmden, Realizme kadar bütün modern çağ Batı Felsefeleri her aynı toplumsal projeleri sunarlar. .. "İnsanlık zorunlu olarak hep benzer devrelerden geçecek ve hepsi nihayetinde mutlaka bu anlayışı ifade eden ideolojiyi benimsemek zorunda kalacaklardır." sözü böylesi bütün felsefi akımların vazgeçilmez bir doktrinidir.

- "Modernizmi geliştirmek isteyen kuramlar evrensel gelişme kuramları olarak adlandırılırlar. Bu kuramlara göre amaçlar aynıdır ve tarihin akışı içerisinde araçlarda aynılaşacaktır. Akıl , bilim ve ilerlemenin  önündeki  tüm  engeller eleştirilmelidir.  Evrensel  kural ların tümü ötekiliği ve farklılığı anlamakta zorlanır ve tarihi herkesin geçmesi gereken bir aşamalar serisi olarak  görür."  (2)

Saf Aklın   ölçülerine  göre mânâlandırılmış  dünya; insan ve toplum; zaman içerisinde tabii olarak kendisine konulan bu ölçülere uymamış ve ters yönden Modernizmi çökertmiştir. Modernist anlayışta: Oluşturulan her alan birbirleriyle bir bütün içerisinde bütün insanlığı standart bir hayat seviyesine getirecekti. Fakat hayatın birer şubeleri olan bu alanlar, zamanla aşırı uzmanlaşmayla beraber kendi başlarına buyruk, ayrı (birer) kurumlara dönüştüler.


-"Bilim, ahlak  ve sanat yaşam  dünyasından  kopmuş  özerk  birer  alan haline  geldi. (Bilişsel-araçsal), (ahlaksal-kılgısal)  ve  (estetik-anlatım)  uslam  yapıları özel uzmanların  denetimine  girdiler."  (3)

Modern hayat bütün insanî şubelerde bir parçalanmaya yol açmıştır. Toplumculuk ideolojileri insanın ferdî boyutunu inkâr  ettikleri  için  sosyalist  toplumlarda daha çok ferdiyetçilik ön plana çıkarken,  toplum olma duyguları çözülmüştür. Ferdiyetçiliği-bireyselciliği ön plâna alan rejimlerde insanın ferdî hayatı mânâsızlaşmış ve  insanlar sürüleşme halinde "toplumsallaşma (!)" görüntüsü vermeye başlamışlardır. Öyle ki, tek bir ferdin kendi başına yapacağı bir hareket, maksadı sırf  pro testo etmek olan ve aralarında herhangi bir  ideolojik veya sosyal bağ bulunmayan insanların bir topluluk oluşturmaktan çok bir sürü halini aldığı toplumsal (!) hareket hâline  gelmektedir.

Modern Çağ Batı dünyasında, insanların metafizik hayatla alâkasını kesmesi; aklın kavrayamayacağı hislerin ve değerlerin, büsbütün toplumdan uzaklaşarak ayrı bir müessese haline gelen "sanat"ın içinde yaşamasına  sebep olmuştur.

-"Günümüzde artık bütünüyle yaşam pratiğinden kopmuş olan her şey, sanat çalışmalarının içeriği haline gelmiştir.  Bu,  sanatın  içerik  sanatı  haline  geldiği  estetikçilik hareketinde  en    bir  noktaya  ulaşır.. .  Sanatçı aşama aşama uzmana dönüşür. Toplumsal bir alt dizge olarak "sanat" kendisini,  bambaşka  bir  alan  olarak  tanımlar. Bu  durumun en olumlu  yanı  sanatın estetik bir deneyim   olarak  değer   kazanması,   olumsuz  yanıysa sanatçının  toplumsal  işlevini  kaybetmesidir."  (4)

Modern Çağ'da sanat, tüketim çağının maddî olarak tüketemediği değerlerin sığınağı olmuş ve onları içinde yaşatmıştır. Böylece içinde ayrı bir alan olarak yaşadığı Modern  Çağ'a karşı bir protesto hareketine dönüşmüştür. Sanat Modern Çağ'ın reddettiği değerleri yaşatarak  Modern  Çağ  toplumuna  istikrar kazandırmıştır.

Postmodernizm; sonu gelmekte olan Modern Çağ Batı Medeniyetinin tekrar hayatî bir kaynak bulmak için sarıldığı bir kavramdır. Gayesi ise Modernizmin çözüldüğü ve hayatı mânâlandırmaktan aciz kaldığı çağımızda onun üzerine temel atarak yeni çağın adı olmaktır.

Modernizm   şöyle anlatılır bir  Postmodernist   olan Lyotard tarafından: "Kendisini bir üst söyleme başvurmak yoluyla kılan her türden bilimi  düzenlemek ... Tin'in diyalektiği, anlamın yorum bilgisi, ussalın ya a çalışan öznenin özgürleşimi, refah toplumunun yara tılması gibi bir takım büyük anlatılara açık bir başvuruda bulunmak... Doğruluk söylemlerine ve büyük tarihsel ve bilimsel anlatılardaki (öyküler) adalete demirleyen toplumlar modern diye adlandırılabilir." (5)

Postmodernizm kavramının tanım ve özelliklerini ise bu kavrama "mal bulmuş mağribi" gibi sarılan Pozitivist kafalı "KÖPRÜ" dergisinin Kış-1996 tarihli 53. sayısından  okuyalım.

            Ama önce "Postmodernizm"i bir  Postmodernist olan Lyotard'dan okuyalım: "Postmodernler üst anlatılara asla güvenmezler. Hegel'e, Marx'a ve her türden  evrensel felsefe biçimine karşı kuşkuyla bakarlar( ...) Günümüzdeki bütün doğruluk iddiaları yalnızca kendi aralarındaki ayrılıklardan ya da rekabetten dolayı vardırlar. Bu nedenle hiçbir iddiacı başka  bir  iddiacıya karşı keneli doğruluk görüşünü  öne süremez."  (6)

Burada "üst anlatı" kavramıyla ifade edilmek istenen şey: Hayatın, Kainatın ölçülerini bildiren Mutlak Hakikatlerin -İslâm- Saf Aklın ürünü olan ideolojiler ve sahte dinlerle aynı kefeye konularak buna karşı çıkılması; son cümleyle de, Allah'ın varlığını ve birliğini haykıran ve iddialaştıran Müslümana karşı ise, onu dil ve  mânâ  oyunlarıyla  boğmak  gayesi güdülmektedir.

İşte  postmodernizm  ve  şüphecilik çağı:

"1. Ruhun diyalektiği, işçilerin kurtuluşu , sınıfsız toplum, insanlığın ilerlemesi, kalkınma, aydınlanma gibi büyük öyküler (masallar) içeren açıklama biçimlerine karşı çıkılması.

2. Homojen bir toplum ancak baskı yoluyla kurulabileceği için böyle bir toplum ideali taşıyan tüm yaklaşımlara karşı mücadele verilmelidir.

3. Hiç kimsenin elinde toplumun  bütününde zaman ve mekandan bağımsız olarak, ne olup bittiğini kavrayacak ve aktaracak ne bir teori, ne de dil söz konusudur. Çünkü dil ile toplum iç içedir. Özne nesneden, kişi toplumdan soyutlanarak algılanamaz.

4. Tüm insanları kapsayacak metâ-dil veya meta anlatılar  yoktur.       -

5. Küçük anlatılar büyük anlatılara tercih edilmelidir; doğruluk/yanlışlık ayrımı yerine  küçük/büyük anlatı ölçütüne göre değerlendirme yapılmalıdır.

6. Anlatıların cazibelerine kapılarak tarih felsefesi ve devlet politikası yapılması  tehlikelidir.

7. İnsanlığın kurtuluşu için büyük anlatılar üretmek yerine yerel değerlerle sınırlı anlatılarla yerel ölçekli mücadeleler yapılmalıdır.

8. Evrensel değerleri yakalamak uğruna  özgünlükler ve özgüllükleri yok etmemek için yerel değerler peşinde koşulmalı, insan ve toplumların benzeşen yönlerinden ziyade farklılaşan özellikleri bilime konu edilmelidir.

9. İnsanlara yol gösterecek tek bir soyut akıl kategorisi işlevsel değildir. Akıl da, deneyim de tek tek insanlarla anlam kazanır. Bu yüzden tümel akıl kategorisi     arkasına      saklanarak    totaliter  söylemler üretilmemelidir.   .

10. Empirisizm ve rasyonalizmin yaptığı gibi gerçekliğin bilgisi nihaî özlere ve temellere indirgenemez. Bu yüzden indirgemeciliğe, özcülüğe ve  temelciliğe karşı direnmek gerekir. Doğrular ulaşılan değil, üretilen kategorilerdir. Bu nedenle hiçbir anlayış yahut yaklaşım bu kategorileri kendi tekeline alamaz.

11. Farklı bilgi yahut bilim önerileri, onlara sahip çıkan insanlar tarafından kendilerine yüklenen anlamlara göre değer kazanırlar. Bunun dışında ölçüt aramak beyhude bir çabadır." (7)

Postmodernizmin özelliklerine biraz dikkatlice bakılınca aslında iki bin yıl önceki "Yunanlı Sofistleri" biraz değişik bir şekilde şimdiki çağda  yaşıyorlarmış gibi algılayabiliriz.

İki bin yıl önceki Sofistler nasıl "Mutlak" bir doğruyu kabul etmiyorlar ve doğruyu aramanın  beyhude  bir çaba olduğunu ve her şeyin ölçüsünün "insanın kendi düşüncesi" olduğunu ve bütün insanlığı kapsayacak Mutlak doğrular olmadığını, dolayısıyla herkesin doğrusunun kendine olduğunu söylemişlerse, günümüz Postmodernistleri de yine aynı anlayışla  kendilerini ifade ediyorlar.

Postmodernistler, totaliter olarak nitelendirdikleri Modern Çağ Saf Aklının -İnsan düşüncesinin- bütün insanlığı ifadelendirecek ölçüler koymasının hata olduğunu, dolayısıyla herkesi ifadelendirecek doğrular bulunmadığını belirtiyorlar ... Ve üst anlatı -Dinler ve İdeolojiler- yerine, herkesin kendi doğrusu -küçük anlatılar-  tercih  edilmelidir  düşüncesini   öne sürüyorlar.

Postmodernistlere göre, mesela Pozitivizmin kurucusu August Comte'un ileri sürdüğü insanlığın ilerlemesi, homojen bir bilim  toplumu  (!)  oluşturulması ve bu fikirlerin tüm insanlığı kapsadığının ileri sürülmesi insanlık için tehlikelidir.

Yine keza, Karl Marx bütün işçileri, insanları tek bir kategoriye indirdiği için Komünizm ideolojisi çözümsüzdür, v.s.

Postmodernizmin, Modemizmin oluşturduğu yapıya karşı çıkarken hem doğru tesbitleri vardır hem ele kendisi de aynı yolu izlediği için yanlıştadır.

Doğrudur;   çünkü,   insan   aklı   ve   düşüncesi   bir "Mutlak Fikir" inancı olmadan hayatın  kesintisiz akışını bir  bütün  olarak  kavrayacak  ve  yönlendirecek  kudret ve  vasfa  sahip  değildir.  Çünkü  kendisi  de  her  ân  değişen ve  akıp giden  hayatın  bir  parçasıdır.  Dolayısıyla ister  Pozitivist  ister  Marksist ,  ister  Faşist,  ister  Rasyonalist  v.s.  olsun  her  türden;  ”Aklı”    temel  çıkış  noktası kabul  eden  ideoloji  ve  fikirler    daha  sistem    olarak ortaya        konulduğu        andan        itibaren        hayatı mânâlandırmaktan  ve ifadelendirmekten  uzaktır.

Postmodernistler, eleştirdikleri yanlışa düşmüşlerdir... İfrattan tefride kaçmışlardır.

Eğer bütün insanlığı kuşatacak bir doğru yoksa ve herkesin hakikati kendine ise; masum ile suçlu, kurban ile kaatil, hırsız ile mal sahibi, âlim ile zırcahilin arasında hiçbir fark gözetmemek gerekir... Öyle ya, sapığın, hırsızın, kaatilin, mütecavizin, zırcahilin v.s. hakikati (!) kendine göre. Nasıl olsa onları "insan olma" ölçüleri dışına taşıyacak normlar ve yaptıklarını suçlayacak, cezalandıracak  ölçüler yok.

Postmodernist açıdan baktığımız zaman masum Boşnak ile sapık ve zalim Sırp aynı kefededir.

Postmodernizm,aklın şu veya bu şekilde putlaştırılmasına karşı çıkmış,ancak, karşı çıkarken de yine "aklı" ölçü alarak çıkmıştır. Paul Hazard'ın dediği gibi: "Akıl yeni bir çehre, yeni bir elbise ile karşımıza çıkmıştır." Büyük anlatı olarak kabul edilen ideolojiler yerine, küçük anlatı olarak kabul edilen "hazcılık" anlayışının ikame edildiğini görmekteyiz.

Postmodernizmin kendisi de aslında eleştirdiği Modernist anlayış gibi totaliter ve tekdüze bir anlayıştır.

O da Modernizm çağı gibi, Saf Aklın temel ölçü olarak  alındığı  önermeler  sunar:

1- Çağımız Demokrasi çağıdır, der (Bütün dünyaya Liberal Demokrasi anlayışını ihraç etmeye kalkar).

2- Toplum projesi sunar. (Her ne kadar toplum projelerini reddetse de) sivil toplum projesi.

3- Pozitivist-Rasyonalist Bilim anlayışı yerine (Akılla ispatlanamayan, deneyle gözlemlenemeyen bilgiler  çağ dışıdır anlayışı yerine, Bilgi Borsasında para getirmeyen bilgiler çağ dışıdır anlayışı) Pazarlanabilir. Bilim anlayışı sunar.

4- Medya , Postmodern Çağ'ın vazgeçilmez diktatörüdür. Komünist parti yerine, faşist lider yerine sizin adınıza medya düşünür, karar verir, yargılar. Size de totaliter rejimlerde yaşayan insanlardaki kadar haklar bile verilmeyerek,  televizyonu  seyrederek  onaylamanız yetkisi verilmiştir.

Postmodernizm Çağı intihar etmekte olan Batı Medeniyetinin çıkış yolu olarak dibi kayalık olan uçurum yerine, tabanı dipsiz bir su kuyusunda boğularak ölmeyi tercih etmesidir.

Postmodernistler bilgiyi, "doğru"yu aramak gayesi ile değil; işe yarar mı, para getirir mi ölçülerine göre değerlendireceklerdir.

Bilgi artık hipotezi ispatlamak için kullanılmayacak, getireceği paraya göre değerlenecektir. Belki de çok para getirebileceği için falcılık, büyücülük bilgi  borsasında,  uygulaması  zaman ve masraf  isteyen  bilimsel bir bilgiden daha çok kıymetli olacaktır.


                           Postmodernizm teknolojiye  teslim  oluş çağı  olarak kendini 
              yapısallaştırmıştır.  Ve teknoloji iyilik,  güzellik ve  doğrulukla  değil,
              üretkenlikle,  verimlilikle  ilgilenir. Çünkü  ona kmeden ve daha  
           sonra da kmettiğinin hükmü  altına  giren  zihniyet; iyi,  doğru  ve
                   güzellik  ölçülerini  -ki  hayatın  gayesi  olan  ölçüler-  aramaz. Pratiklik, 
           faydacılık ve zenginlik zihniyetine sahiptir. Ama sonuçta, isterse insanlık
               yok  olsun  önemli  değildir.

 Postmodernizm herkesi "Demokrasiye" tabi olmaya davet eder. Çünkü ona göre demokrasi ideal bir idare rejimidir. (Her ne kadar "İdeal"i aramak diye bir gayesi olmasa da) buna bağlı olarak Liberal veya Sivil Toplum projeleri sunar (Genellikle toplum projelerinden nefret ettiğini söyler.)

Modern ve Postmodern çağda  idealleştirilen  Saf Aklın    mahiyetini   İBDA   mimarı   sayın   Mirzabeyoğlu'ndan dinleyelim:

"Akıl, ruha bağlı bir keyfiyet halinde mahlûktur ... Hayatın kesintisiz akışına mukabil, hakikati bu akıştan tecrid ederek ve durgunlaştırarak inceler ki, bu haliyle  eşya  düzeninin  katılaşmasıdır ... Ruh ve nefs kutupları kıvamında teşekkül eden kalp ışığının beyinde raksı, düşünceyi doğuran ve düşüncenin doğurduğudur ... Akıl bir şeyi kuşatınca anlar; ve aklı da ilahı esrar kuşatmıştır ... Anlamakla anlayış arasındaki fark, anlayışın ruh olduğunu izâha yeter ... İşaretlenen hususlar çerçevesinde görülüyor ki, akıl, takyid ve bağdır.

İnsan, "kuşatan"ı kavram yoluyla değil, varoluşan karar ve İMAN'la tanır ... İmanın anlaşılabilmesini sağlayacak hiçbir kategori yoktur; imanı kategoriler içerisine sokmak, onun imhasına yönelmiş bir zulümdür ... Buradan da anlaşılabilir ki, aklın kuşattığına imandan bahis veya iman mevzuunu akla hapis, kendi yonttuğuna  tapmaktan  farksız  bir  putperestliktir ..." (8)

Ve devam ediyor Mütefekkir Mirzabeyoğlu: "Akıl icad edici olmaktan çok,  uyum  sağlayan denetleyici bir güçtür. Sırf mantıkî bir alanda bile, yeni olana ilk ulaşan akıl değil, kavrayıştır" ( ...)

"Beşerî sistemlerin başlıca hatası, yanlış nizam hatası diyebileceğimiz şeydir... İnsanlar tamamen gelişigüzel hâdiselerden bir nizam kurmaya karşı derin bir temayüle sahiptirler. Gelişigüzel hâdiseleri belli bir kanuna göre cereyan ediyormuş gibi görmek çok kolay olduğu  gibi,  bu idrak bir defa teşekkül ettikten sonra da, eğer tahkiki zorsa, kanun kendisini ispat edecek durumları bizzat sağlayabilir. Batıl itikat işte budur!" (9)

Nilüfer Göle'nin, Gülay Göktürk'ün  veya  Avrupalı yazar ve çizer takımının heyecanla  anlattıkları  Post­ modern  Çağ, geçtiğimiz  aylarda  sinemalarda  gösterilen ve adından sıkça söz edilen "Otomatik Portakal" (Clockwork  Orange)  filminin  ta  kendisidir.  Modern çağda herkesi mânâlandırdığını iddia eden Akılcı İdeolojiler tarafından oluşturulmuş Pozitivist devlet ve Pozitivist ahlâk (!) anlayışının çöküşü. Ve ona karşı oluşturulan tepkiyi göstermek  için  çekil(!)miş  ve  gösterime  girdiği  1971 yılında  bütün  dünyada  yasaklanmış bir film. Pozitivist devlet ve ahlak (!) anlayışı insan hayatının gayesini anlamlandırmakta pek tabii olarak yetersiz  kalınca,  insanlar  ruhlarındaki   bu   eksikliği kendi  nefsî  ölçülerine  göre  doyurmaya  çalışmışlardır .

Pozitivist kökenli ve kağıda imza atmaktan ibaret bir aile anlayışının getirdiği çözümsüzlük,kendini homoseksüel veya ensest (aile içi sapıklık) aile (!) tiplerine dönüştürerek kendince bir çözüm (!) bulmaya  çalışmıştır   Postmodern  çağın  Paris'inde  nüfusun % 25'î, Hollanda'sında  ise % 30'u ensesttir.

Bu   insanlar;   bizim   gecekondularımızın,   zengin şehir merkezlerini fakir kuşatması halinde  gösterdikleri şehir yapısını, kendilerince Paris'in, Amsterdam'ın, Roma'nın çevresini gettolarla kuşatarak, sapıklığın Pozitivist ahlaka (!) galibiyetini yansıtmaktadırlar. Söz konusu edilen "Otomatik Portakal" filmi 25 yıl önce (1971'de) iki bin yılının "Batı" gençliğinin portresini çizmiştir. Çizilen ve fiilen gerçeklik halinde yaşadığımız portrede, tecavüzün iğrençliğini anlatmak için o insan önce herhangi birine tecavüz ettirilecek ve böylece sapık; sapık bir fiil sayesinde sapıklığın iğrenç bir şey olduğunu anlayacaktır (!). İşkenceci , işkence yaparak işkenceden iğrenecektir (!). Her şey teşhir ettirilerek-meşrûlaştırılarak onun iyi mi yoksa kötü olduğu  böylece  anlaşılacaktır  (!).

Çünkü Postmodern çağda herkesi, her şeyi mânâlandıracak ölçülere yer yoktur. Modern çağın protestocuları yepyeni dönüşümle  Postmodernleşerek, karşı çıktıkları Modernizmi  yaşatmışlardır.
1960’lı yılların protestocu gruplarından olan  popçular,1980’lerde Heavy  metalcilere   dönüşerek   Postmodernizmi  (Modern  ötesi)  yaşatan  kültürel  bir  mozaik olarak meydana çıkmışlardır.

İSLAM, MODERNİZM  VE POSTMODERNİZM

Aydınlanma /Modern çağın başlangıcı ve Osmanlı'nın çöküşü ile beraber İslâm Dünyasında "düşünce kirliliği" başlamış ve bu kirlilik İslam'ın Batı felsefelerinin içinde kuytu bir yerde yaşatılmasına sebep olmuştur. Modern çağla beraber İslâm dünyasında genellikle iki temel görüşün ortaya çıktığını görüyoruz. Bunlardan birisi Muhafazakâr denen, içinde kaba softa/ham yobaz tipinin de bulunduğu birinci  grup, diğeri ise Batı hayat anlayışının aynen  kabul  edilme­sini savunan, üçüncü  sınıf  Batı kültürü  taşeronlarıdır .

İkinci grup işi  dinsizliğe,  imansızlığa  kadar  götürürken, birinci grup içerisinde İslâm'a muhatap bir anlayış olmadığı için, Batı ilim ve kültür hayatı karşısında ezilen ve İslâm'ı Batıcı/Rasyonalist, Pozitivist bir anlayışla  yorumlamaya  çalışan  tipler çıkmıştır.

Bu hareket Mısır'da üs kurmuş ve kendisini çağdaş Selefilik (!) olarak isimlendirmiş ve Pozitivist bir İslâm anlayışının oluşmasına sebep olmuştur. M. Abduh, Cemaleddin Afganî çizgisinde ünsalan ve Mevdudî, Hamidullah v.s.  olarak devam  edegelen  bu  ekol mensupları; İslâm'ı bilimsel, deneyle  gözlemlenebilir ve doğrulanabilir kıstaslara göre yorumlamaya çalışmışlardır.

-“Ünlü Hind pozitivisti Seyyid Ahmed  Han'ın  İngilizlerle  ortaklaşa  başlattığı  Aligarh  Üniversitesi  hareketi;  Kur'an'ın  pozitif  Batı  bilimleriyle  ve  fakat  pozitivist  tarzda  yeniden  yorumlanmasını  öngörüyordu.  Bu akımın    mensupları    kendilerine    "neçirî"   diyorlardı; neçirî  yani  naturalist.  Bu  terimi  de  İngilizce'deki  "nature"  (neyçır  okunur)  kelimesinden  türetmişlerdi. Bu tür bir bilim ve din anlayışını aşırı bulan Cemaleddin Efganî, Er-Redd Ala'ddehriyyun adlı bir kitap yazarak onları zemm ve cerh etti.  Neçirıler  O'nun gözünde açıkça  dehrî (aşırı  anlamıyla  materyalist)  idiler  ve  ilk dönem  felsefe hareketlerindeki  tabiyyun  ve dehriyyu  andırıyorlardı.  Oysa  bütün  bu  saçmalıklara  gerek yoktu . İslâm  zaten bir  "akıl ve mantık  dini"  idi. Efganî bu  sloganıyla  İslam'ın  yirminci  yüzyıldaki  modernist yorumunun  merkezı  temasını  da  belirlemiş  oluyordu. Bu slogan Efganı'nin  zeki takipçisi Muhammed  Abduh tarafından  biraz  değiştirilerek  "İslam;  ilim  ve  medeniyet  dini"  biçimine  dönüştü.  (Bu  telakki  sonraları  bir kitabına  başlık  olacaktır).  Efganî'nin  İslâm'a  kazandırmak  istediği  akılcı  (rasyonalist)  temel,  Abduh'la  ilmî (daha  doğrusu  bilimsel)  temele  dönüşüyor  ve  bu  bilimsellik  uğruna  Kur'ân  ayetlerinin  olmayacak  anlamlara  eğilip külmesi  (te'vili diyelim) sonucunu  getiriyordu .   Bu   klasik   bir   örnek   olmuştur   ve   Batılıların Abduh monografilerinde de    zikredilir;        Abduh "cinn"lere  bilimsel  bir  açıklama  getirek  için,  onların, daha önce görünmeyen varlıklar olduğunu  fakat şimdi mikroskobun keşfinden    sonra    zlenebildiklerini söyleyerek,   cinlerin   "mikroplar"  olduğunu   ileri  sürmüştü.  Abduh' la  aktif  bir  hüviyete  bürünen  ıslahı (reformist)  hareket  kendisine  Mısır'da  siyasî  bir  otağ  da· temin  etmiş  ve  Batı  medeniyetinin  tehdidine  karşılık vermek  isteyen  müslüman  aydınları  cezbetmeye  başlamıştı.  Ümmetin  problemlerine  çare  arayan  çileli şair merhum  Akif  de  bu  cazibeye 'bir  ölçüde  kapılanlardandı.  Fakat  Akif'te  kültür  ve  tarih  şuuru  daha  ağır bastı  ve  hiçbir  zaman  "tipik  bir  modernist"  olmadı." (10)

Modern (Pozitivist-Rasyonalist) hayat tarzının siyasî şekli İslâm dünyasına "Laiklik" kavramıyla girdi. Modernist ve Reformist anlayıştakiler "Laikliğin", İslâm dünyasında Batı'daki gibi uygulanmadığını öne sürdüler. Ve gerçek Laiklik İslâmla ters düşmez (!) anlayışında idiler. İslâm'ı Pozitivist bir mantıkla yorumlayan ve Laikliğin kabul edilebilir bir kavram olduğunu benimseyen bu anlayış, Postmodernist zihniyet Modernizme karşı eleştiriler yöneltince, İslâm adına Postmodernist tavırlar  sergilemeye  başladı.  Modern çağ anlayışına karşı "Din'i (İslâm'ı)" Pozitivist anlayışla doğrulamaya/ispatlamaya çalışanlar, Modern çağın bu anlayışı Postmodern çağ tarafından "Mutlak  doğru yoktur (!)" prensibiyle güya yıkılınca bu  defa  da bilimin ve İslâm'ın aslında çatışmadığını ve İslam'ın zaten akıl ve bilim dini (!) olduğunu tez olarak öne sürmeye çalışmışlardır. Birincisinde İslâm Pozitivist bilim anlayışı içerisinde kuytu bir köşeye oturtulurken, ikincisinde  İslâm'la  bilim  kardeş  ilan edilivermişlerdir.

Modern çağ kafasıyla, Laikliğin İslam dünyasında Batı'daki gibi uygulanmadığını söyleyen ucubeler, Postmodernist siyaset anlayışında "Laiklik ve Demokrasinin İslam'ın özü olduğunu  (!)",  İslam'ın  zaten Laik ve Demokratik bir Din (!) olduğu herzelerini yemişlerdir. (Bakınız Köprü dergisinin, Demokrasi ve Laiklik ile ilgili sayıları, Zaman, Yeni Asya, Türkiye ve Yeni Şafak gazetelerinin her günkü sayıları, Akit gazetesin den Ali Erkan Kavaklı'nın 24-25 Mart 1996 tarihli yazıları).

Mesela Köprü dergisinin Kış 1996 tarihli  sayısı "Bilim ve Din" konulu özel başlık·altında , Postmodernizmin  adeta  kucağına  oturarak  Modemizme   salvolar gönderiyordu. Öyle ki, Postmodernizmin "Bütün Dünyayı ifade edecek Mutlak bir doğru yoktur, herkesin doğrusu kendisinedir" anlayışını sanki İslam'ın kabul edebileceği bir anlayışmış gibi görmezden  gelebiliyordu . Burada düşülen en büyü k hata İslam'ın; Mo­ dern çağın (Akılcı) Pozitivist/Rasyonalist bir felsefesi gibi algılanmasıydı. Ve üst anlatı  olarak  Modern  çağ Batı  felsefeleri  ile aynı  tarzda yorumlanıyordu.

Ayrıca dergi, İslâm'ın bilimsel (!) olduğunu  ve "Din ile bilimin" kardeş olduğunu ispatlamak için Newton'un "Allah"a nasıl aşkla inandığını (ki, Newton'un Allah inancı Batı'da Pantheist olarak nitelendirilen  inançtır), Ateist Russel'in Hristiyan dostu filozof Whitehead'ın nasıl,  bilim  ve  dini  barıştırmaya  çalıştığını öve öve bitiremiyorlardı. Hem de Whitehead'ın aşağı daki  fikirlerini  görmezden  gelerek:

-"Unutmayalım  ki, bilim  ile dinin uğraştığı  alanlar geniş  ölçüde  farklıdır.  Bilim  fizik  evrende  gözlenen genel  şartlarla  ilgilidir,  din  ise müyle  ahlakı ve  estetik    değerlerin    müşahedesine    dalmıştır.   Bir   tarafta Çekim  yasası  diğer  tarafta  kutsal  güzelliğin  temaşası var...   Bir  tarafın  gördüğü  öbür taraf  gözden  kaçırıyor . Tersi de doğru ..." (11)

Modern çağın bilim anlayışının ne olduğunu aşağıdaki  alıntıdan okuyalım:

"Fakat şu da var; günümüzde bilim denilen etkinlik öylesine standartlaşmış, öylesine tek tip ölçülere indirgenmiştir ki, bilim adamlarına düşen yalnızca onları uygulamaktan ibaret kalmaktadır . 'Normal bilim' denilen bu etkinlikten söz ederken, tek tek bilim adamlarının çabaları bu tektipleşme yüzünden önemsizleşmektedir. Bilimsel etkinliği bilim adamlarının kişisel  inanç, tercih ve eğilimlerinin dahlinden koruduğu söylenen objektiflik ilkesi budur. Ortada bir teorik  model ya da sistem vardır, bir de geçerli kabul edilen bilimsel bir prosedür... Bilim  adamları  normal çalışma seyirleri içinde yalnızca bu model ve prosedür · çerçevesinde çalışmak zorundadırlar. Yani önce idea vardır. Tüm çaba bu ideanın –pozitivistik  terimlerle konuşursak- doğrulanması ya da yanlışlanması yolundadır. Demek istediğimiz aslında modern bilimsel etkinlik içinde bilim  adamlarının  sanıldığı  kadar özgün bir etken olmadığıdır. Aslolan bilimsel  idealardır ve bunlar tek tek bilim adamlarından önce vardırlar ve konulmuşlardır. Bu durumda yargılama ya  da  soruşturma  konusu  yapabileceğimiz şey tek tek bilim adamları olmaktan çıkıp, bilimsel  idealar daha doğrusu bilim olabilmektedir. Bu anlamda 'Bilimin bize açıkladığı şeyler'den söz edebiliriz.
Sözünü   ettiğimiz  idealar  gökten  vahiy  gibi inmemektedir doğal olarak. Bu ideaların üretildiği zihni bir ortam vardır. Biz son tahlilde bu zihni ortama modern zihniyet adını veriyoruz. Bu zihniyet çerçevesinde oluşturulan kültürel ortamın da tüm insani etkinliklere kendi rengini verece­ ğini düşünmek zorundayız". (12)
Ve İBDA mimarından bir teşhis: "Anlaşılıyor: Her dünya görüşü , sistem ve hayat tarzı , eşya ve hadiseyi kendisi  için  ve  kendisine  göre  vasıflandırırken, aslında bunların şemsiyesi altında bulunan her mevzu da, diğerlerinden ayrı usul , esas ve kurallar belirten bir vasıflandırma  görü nümü  belirtirler." (13)

İnsanoğlunun sahip olduğu her bilgi (ister Ruh hakkındaki bilgi, ister  bilimsel  bilgi,  ister  sanat  ve kültür bilgisi, isterse teknik bilgi olsun) onun sahip olduğu inanca ve dünya görüşüne göre düşüncesi ve dili ile dış alemi şekillendirmesi, yorumlaması veya dış alemden aldığı tesiri yine sahip olduğu inanca bağlı olarak dil ve düşüncesi vasıtasıyla yorumlayıp, şekillendirmesiyle  oluşur.

Yani "Bilgi"nin bizatihi kendisi· bir ideolojinin, felsefenin, bir düşüncenin , bir medeniyetin temsilcisi  vasfındadır . Çünkü onlara inanan insanlar tarafından şekillendirilmiştir ,  sistemleştirilmiştir.  Buradan  şu sonuç çıkar ki, bilgi için gerekli olan üç u nsur vardır: Bilinen, Bilen ve İşık unsuru. "Bilgi"nin oluşumunda; bilinenin mahiyeti, bilenin mahiyeti, inancı, hayat ve dünya görüşü, ruhî ve psikolojik vasfı ve bileni bilinen üzerinde ilişki kurmaya sevk edecek ışık unsuru gereklidir ... Bu ister ilham, ister sezgi, ister rekabet hissi, isterse  düzenli  çalışma  hissi olsun.

Her inanç, her  medeniyet  ve  her  dünya görüşü kendi bilgisini üretir ve bunu dış âleme yansıtır. Başka bir topluma, başka bir medeniyete transfer edilen bu bilgi transfer edildiği toplumda özümsenip, o toplumun bünyesine uygun hale getirilmediği sürece ithal edildiği medeniyetin ürünü ve temsilcisi olarak yaşa maya  devam  eder.

Bizim iç ve dış âlem hakkında bildiğimiz her bilgi kendi "Dünya Görüşümüzle" sistemleştirilmiş bilgiler olmalıdır. Eğer biz hayatı, alemi başka bir medeniyetin "dili" ile mânâlandırıyorsak, aslında, konuşan  biz değil, dilini kullandığımız medeniyettir. Ve üzerinde yaşadığımız topraklar da o medeniyet tarafından kültürel sömürge haline getirilmiş olur.

KAYNAKLAR
1-Postyapısalcılık ve PostModernizm, Madan Sarup, (Çev.A.  Baki  Güçlü), ArkYay,  1995 s. 172
2-Nehir Dergisi , Aralık 1995, s. 56
3-Postyapısalcılık ve Post  Modernizm,  Madan  Sarup,  s.  172
4- A.g.e. s. 168
5- A.g.e. s. 174
6- A.g.e . s. 174
7-Köprü Dergisi, Kış 1996 sayısı, s. 16
8-İslama Muhatap Anlayış, Salih Mirzabeyoğlu, İBDA Yay,s. 28
9-Yağmurcu, Salih Mirzabeyoğlu , İBDA Yay, 1996, s. 99-204
10-İki Denizin Birleştiği Yer, İlhan Kutluer , Nehir Yay, s.
10-11Modern Bilimin Arkaplanı , İlhan Kutluer , İnsan Yay, s.196
12- A.g.e. s. 27
13- İslâma Muhatap Anlayış , Salih Mirzabeyoğ lu , İBDA Y::ıy , 1987, 2 . Baskı , s. 92


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kissinger: Dijital Dünya düzenine geçişte, İlk önce Müslümanlar kül olacak!

17-25 Aralık FETÖ Darbesini 16 ay önce yazan gazeteci

Sayın Mustafi Başbakan