Hoşgörü Saldırısı Putperestliğe Giden Yol
Fazıl
Duygun
Aylık
Dergisi 44. Sayı, Mayıs 2008
*
“Hoşgörü
Saldırısı” tabiri Sayın Alev Alatlı’nın ‘Gogol’ün İzinde’ serisinin 3. cildi
olan “Eyy, Uhnem, ey Uhnem!” isimli kitabın, 113 ilâ 130. sayfaları arasındaki
bölümün adıdır. Sayın Alatlı burada, Rusya’da Ortodoks kilisesini çözmek ve işi
putperestliğe doğru bükmek, buna aracı olarak da Protestanlığın nasıl
kullanıldığını çok güzel şekilde izah etmiş. Biz kitabın bu bölümünü epey
iktibas edeceğimiz gibi, burada tatbik edilen projenin Anadolumuzda ve İslâm
dünyasındaki tatbikatını da misâllendireceğiz.
“Dinlerarası
Diyalog”, “Hoşgörü Toplantıları”, “Medeniyetlararası Diyalog” gibi uluslar
arası bir görünüm arzeden, küresel emperyalist projelerin neleri gaye
edindiğini de, resmî belgeleriyle size sunacağız.
İşte, Rus Ortodoks Kilisesi ve Ortodoks imanını yok etmek için tatbik
edilen projenin tatbiki:
“(...)
Allah’a itikadî kavramlar, insanlığın ilerleyişine paralel olarak kaybolmaya
mahkûmdurlar. Yeni bir din gelişecek, bu dinin en önemli unsuru evrenselliği
olacak. Doğu’nun ve Batı’nın büyük dinlerinin insancıl öğretilerini
kucaklayacak” diyen, UNESCO’nun ilk genel müdürü (1946-48) Ingiliz Sir Julian
Huxley değil miydi? Huxley’di. ‘Peçesiz Isis’ Aleksi’nin kuzeni Peder Dimitriyeviç
Grinko’yu deli eden o Isis değil mi? “... Eski Mısır’da bereket tanrıçası,
Oisis’in hem kız kardeşi, hem de karısı! Pagan inançları hakkında birazcık
bilginiz varsa Isis’in, Maya, Gaia veya Ge, yani Demeter ya da Seres,yani
‘toprak’ olarak da geçtiğini bilirsiniz! Isis, Toprak Ana’dır... Kâfirlerin
tertipledikleri bu yeni dinde, Tanrı’nın canlı cansız her şeyin içinde olduğu
şeklindeki Şamanist/Budist inanç da var. Ama asıl tema Toprak Ana ibadetidir.
Toprak Ana’yı, Rus steplerinin Nemli Toprak Anası, Mati Sîra Zmlya olarak
sunuyorlar... Tükenmez bereket, kendisini her an yenileyen, sonsuz yaşam
kaynağı, Ebedi Bakire! Anladınız mı, Bayan Güloya? İnsanlık, yeniden
barbarların dinine ihtida ediyor! Bir Müslüman olarak dehşete düşmediniz mi?
“(...) Bu gün Kilise’yi tehdit edenler artık komünistler değil,
Konstantinople’lu Bayan! Bu gün artık tehdit, kendi içimizdeki iyi giyimli, iyi
eğitimli liberallerden geliyor! Liberallerden ve dünyada sürdürülebilir barışı
sağlamanın tek yolunun Yeni Dünya Düzeni’nin kurulması olduğunu söyleyen
küreselleşmeciler, sosyalistler, farmasonlar, kadın hareketi, barış hareketi,
çevreciler ve hepsinden tehlikelisi New Ager’lardan geliyor! New Ager’lar, en
tehlikeli çünkü tek bir liderin öncülüğünde toplanmış değiller; geleneksel
Hıristiyanlıktan hazzetmeyen, Hindu dininin şu veya bu unsurunu benimseyen
binlerce gruptan oluşuyorlar.”
Sayın Alatlı’nın yukarıdaki tesbitinde, “kilise” yerine “cami”,
“komünistler” yerine “Kemalist-laikleri”, “liberallere” de, “imansız Ilımlı İslâmcıları”
yerleştirdiğimizde, bakın ortaya nasıl bir tablo çıkıyor:
“Bugün Camiyi tehdit edenler artık “laik komünistler” değil, sevgili
Müslümanlar! Bugün artık tehdit, kendi içimizdeki, iyi giyimli, iyi eğitimli
liberaller ile onlara öykünen ve bu liberallere hizmet etmekten şeref duyan,
imansız Ilımlı İslâmcı(!)lardan geliyor. Liberaller ve imansız Ilımlı İslâmcılar, Yeni
Dünya Düzeni’nin kurulması hedefinde, farmasonlardan, eşcinsel ve lezbiyenlere
kadar, her çeşit fitneci sapık güruhla kol kola girmekten büyük bir haz duyuyor!”
Gorbaçov: “Rus Ortodoks Kilisesi yok edilmeli” Yıl 1988, eski SSCB
Başkanı Gorbaçov, sapık new age akımcılarından biri olan ve bugün BM’nin başındaki
Baki Moon’ın Hizbi “moon”un kurucusu Sung Myung Moon’u Kremlin’de ağırlar.
Ardından diğer sapık bir akım new age scientology (ki zihin kontrol
faaliyetleri üzerine uzmanlaşmıştır) hizbine de Moskova Devlet Üniversitesi’nde
oda tahsis eder. Aynı Gorboçov, 7 Aralık 1988 tarihinde BM kürsüsündeki
konuşmasında şöyle der:
“Küresel
ilerleme evrensel mutabakatın sağlanmasına bağlıdır... Yeni Dünya Düzeni, Rus
Ortodoks Kilisesi’ni yer yüzünden silmenin en etkin yollarından birisidir.”
(age,sh:119)
Rusya’da kurulan Teosofi Cemiyeti, Gülhaç Locasına bağlı bir farmason
yahudi tarafından meydana getirilmiştir. İlginçtir ki, dinler arası diyalog vs.
türünden projeleri yürütenlerin önemli bir kısmı yahudilerdir.San Fransisco’da
kurulan Gorboçev Vakfının temel gayelerinden bir tanesi de medeniyetler arası
diyalogdur. Bu diyalog projesini şu şekilde izah eder: “yeni bir medeniyet
kurmak için çalışmak, dünya dinlerini ‘sağlıksız unsurlarından arındırmak’ ve
Toprak Ana kavramıyla bütünleştirmek suretiyle çevre kirlenmesi sorunlarını da
çözmek.”
Bu projeye, baba Bush’un nasıl destek verdiğini yine aynı eserden
okuyalım:
“(...) Alekseyevno’yı inciten, Amerikan
egemenliğini perçinlemeye yönelik bir projeye Lenin’in alet edilmiş olması.”
“Nasıl yani?”
“Lenin’in
ideali ülkenin ve dünyanın değerlerini değiştirmek ve milliyetçilikten
arındırılmış bir halk yaratmaktı.” Diyor. “Baba Bush, Lenin’in projesine sahip
çıkıyor. Projenin başına Raysa Maksimoua’yı getirmesi de bundan. Gorbaçov’un
Lenin’in en iyi öğrencilerinden biri olduğunu herkes bilir.”
“Size saygısızlık etmek istemem Galina ama benim anladığım kadarıyla
Lenin’in ideali ruhaniyetsiz bir dünya toplumuydu, oysa baba Bush dindar, hatta
gerici bir adam!”
“Çarlar tebalarını hoş tutmak için dindar görünmek zorundadırlar, Bayan”
diye kestirip atıyor. “Mr. Bush, inancında samimi olsaydı, Hıristiyanlığın
paganist unsurlarla hemhal edilmesini teşvik etmezdi. Gerici olduğu muhakkak
ancak bir gerici çevre kirlenmesi sorusunu çözmek için Mati Sira Zmlya’ya (Rus
steplerinin Nemli Toprak Anası) baş vuru!” (Alev Alatlı, Gogol’un İzinde, 3.
kitap, sh. 127 ) Rusya’nın yani Rus Ortodoks Kilisesi’nin putperestliğe
doğru giden YDD’nin eşcinsel-lezbiyen misyonerler tarafından bir “Hoşgörü
saldırısıyla” karşı karşıya kaldığını belirtiyor, Alev Alatlı. Saldırının temel
gayesi de Rus halkının, Ortodoksluğa olan itikadını yıkıp, new age dinlerine
tâbi olmalarını sağlamak. Bu işte en büyük avantajları ise Komünizm tarafından
materyalistleştirilmeye çalışılmış Rus halkının, birden bire vahşi kapitalizmin
işgaline uğramasıyla birlikte hem maddi hem de psikolojik taarruza maruz kalan
Rus halkı ve Ortodoks Kilisesi’nin yeterince direnemiyor olması olmuş.
Aslında Rusya, Üstad Necip Fazıl’ın 40 yıl kadar önce ifade ettiği gibi,
“dışarıdan bakıldığı zaman materyalist, ancak halkının yaşadığıyla mistik, buna
karşılık ABD ise, dışarıdan mânevilik iddia ettiği nisbette buz gibi bir
materyalist hayat” sürmüştür. Dinler ve kültürlerarası diyalog projesinde, önce
Rusya’nın hedef alınmasının iki temel noktası olduğunu görmekteyiz:
1-
Ortodoksluk inancının, Hristiyan mezhepler
içerisinde en statik ve en dirençli bir mezhep olması sebebiyle, buradan elde
edilecek tecrübelerin, İslâm üzerinde tatbik edilmesi.
2-
Yukarıda bahsettiğimiz, materyalist eğitim düzeni ve
vahşi kapitalizmin işgali neticesi şoka uğrayan toplum ve kurumların acınacak
halleri.
Dikkat ettiğimiz zaman, şunu görmekteyiz:
Dinlerarası diyalog vs. türünden
projeleri önce Rusya, daha sonra ise Türkiye ve diğer İslâm ülkelerinde tatbik
edilmeye başlanmıştır. Türkiye’de de bu projenin alenen tatbik edilmeye
başlandığı yıl 1991-92 yıllarıdır. Bu tarihten itibaren, Anadolu toprakları,
Hristiyan Siyonist ve Yahudi Siyonistlerle çatışma halde olan “Küreslci vs””
dediğimiz, “tekno-finans tekeli neo Pagan” tarafından başlatılan bir “Hoşgörü
Saldırısı”na maruz kalmaktadır.
İsterseniz önce “dinlerarası diyalog” projesinin tarihi arka plânından
bahsederek başlayalım.
Malumunuz, Tapınak Şövalyeleri, son zamanların gözde mevzularından bir
tanesi. Bin yıl kadar önce, Katolik Kilisesi’nin seçkin savaşçı askerlerinden
oluşan bir asker-rahipler sınıfıydılar. Gayeleri Kudüs’ün bir hristiyan toprağı
olarak kalmasını sağlamak olan şövalyeler, zamanla Yahudilikle olan
münasebetleri sebebiyle, bir yahudileşmiş hristiyanlık mezhebi ortaya
çıkardılar.
Yine yahudilerle olan münasebetleri sebebiyle, müthiş bir bankerlik ve
senet sistemi oluşturarak, o devrin büyük Katolik devletleri, Fransa ve İspanya’yı
haczedecek kadar borca bağladılar.
Yahudilik içerisinde vücut bulmuş ve eski pagan inanç sistemlerindne
kalma putperestliğe özgü büyü ve sihiri de çok iyi öğrenen, sapık Şia mezhebi İsmailiye
ve Haşhaşiler’le ittifak eden Tapınak Şövalyeleri, zamanla Hristiyan Siyonist
(Yahudilik itikadını benimsemiş Hristiyanlar) bir sınıf meydana getirdiler.
Temel şiarlarından birisi de “eşcinsellik”lik olan ve asla evlenmeyen bu
hristiyan siyonistler, putperestlik ayinlerini de benimsemiş bir şekilde,
yahudiliğin ileri uç karakolları haline geldiler. İsrailoğullarının yani aslîyeti
bozulmuş Museviliğin devamı hâlindeki Yahudilik içerisinde Mısır’dan katılarak
yaşamaya büyücü Samira’nın hedefi olan, “ilahlaşmak”,
“insan-canlı yaratmak”, bu vesileyle de zamanın en büyük vasıtaları olan
“sihir-büyü-teknoloji”yi bu yolda kullanmak, dünden bugüne vazgeçilmez gayeleri
olmuştur. Hristiyan ve Yahudi Siyonistlerin. Putperestliğin Yahudiliğe olan ilgi ve alâkası,onun bir koza örerek
içinde olarak yaşayabileceği ve
kendisine düşman olarak bildiği mutlak hakikatin içinde görünmeye çalışmak şeklinde
olmuştur. İmam-ı Rabbanî Hz.lerinin dediği gibi “nefs insana Hak yoldan yanaşır”.
Kur’an-ı Kerim’de Musa (A.S) ın Tur Dağı’na,
Allah-ü Teala ile konuşmak için gittiğinde, Yahudi büyücü Samira’nın, Mısır
putperestlerinden öğrendiği sihir ve büyü vesilesiyle, kavminin elindeki
altınları eritip, bir buzağı şekline sokması ve bu buzağının konuşması
hadisesidir. (Biz buzağının konuşmasının, Hz. Cebrail’in bir insan kılığında,
Musa Peygamber’e gelmesi ve onun gelişinin Yahudi Samira tarafından anlaşılıp,
bastığı yerdeki toprağın, eritilen bu altınların içine karıştırılması sayesinde
konuştuğunu, Muhyiddin-i Arabî Hz.’leri vasıtasıyla bilmekteyiz.)
Temel gayelerinden bir tanesinin, “vahdaniyet”e dayalı esas din olan İslâm
ile vahdaniyetten bir nebze olsun pay almış (İsevilik, Yahudi Saul tarafından
içine putperestlik itikadı sokularak Hristiyanlık, Baba-Oğul Kutsal Ruh haline
getirilmiştir.) Katolikliğin tasfiye edilmesi olduğu, bu sebeple, sapık İsmailiye
mezhebiyle irtibata geçilerek bir “dinlerarası diyalog projesini”
gerçekleştirmeye çalıştıkları (Batı Mabet ve Loca İsimli kitabın mason
olduklarını açıkça itiraf eder yazarları) alenen söylenen Tapınak Şövalyeleri
Katolik dünyasını tasfiye işlemine girişecekken, 1314 yılında Katolik Fransa
Kralı 3. Filippe tarafından karşı bir saldırı ile bertaraf edilmeleri üzerine,
Fransa dışındaki unsurlarının, bir süre sessizliğe bürünüp, Mason locaları
oluşturarak tekrar piyasaya çıkmaya başlamışlardır. Esas gayeleri,
metafizik bir ilah itikadına sahip, her dine düşmanlık etmek olan bu yapılanma
Aydınlanma çağı Avrupası’nın da itici dinamiklerinden biri ola gelmiştir.
Katolikliğin, Allah inancını aklileştirerek metafizik âlemden maddî âleme
indirgemelerine nispet, Allah’ı inkâr ederek insanı ilâhlaştırmak olmuştur. Bu,
kimi zaman bir Tanrı olgusuna inanan, ancak insanı Tanrı olarak gören Iskoç
Locası, kimi zaman da büsbütün materyalist ve Allah inancına düşman Paris
Locası vesilesiyle gerçekleştirilmektedir. Diğer bir yapılanması “Gülhaç”
Teşkilatı olan bu hristiyan ve yahudi siyonist şebekeleri, yine aynı şekilde
bir dinlerarası diyalog projesine girişmişlerdir. Yalnız bundan önce, bir zulüm
teşkilatına dönen ve dogmalaşmış 2000 yıllık Aristo mantığına göre çalışan “Akılcı”
Katolik Kilisesi’nin Avrupa Kıtası çapındaki zulümlerine karşı özellikle
Almanya’dan başlayarak Kuzey Avrupa ülkelerinde ve İngiltere’de
Protestanlık Mezhebi’nin hakim olması yolunda mücadele etmişlerdir. “Yeni
Akıl” olarak nitelendirebileceğimiz Protestanlık, Katoliklik ve Ortodoksluk
gibi kutsallıklara önem vermez, hatta, Hz. Meryem’e bile ihtimam göstermeyip,
onun yerine bir fahişe olduğu için taşlanmak üzereyken, “ilk taşı içinizden günahsız
olan atsın” sözüyle Hz. İsa tarafından kurtarılan Mecde’li Meryem’e önem
vermektedir. Protestanlık hareketinin Mason Locaları ile iç içe olması da
ayrı bir önem arzetmektedir. Meselâ, Aytunç Altındal’ın “Gülhaç Ve AB” isimli
eserinde, ünlü bilim adamı Newton’un İskoç Mason Locasına üye olduğu ve büyü
ile uğraştığı, kaynaklarıyla beraber yazılmıştır.
İskoç
Locasına bağlı masonların İncil-Tevrat-Kur’ân üçlüsü(!) ne yemin ettiğini
yazmaktadır Sayın Alatlı... Buradaki temel gaye, bugün Neocanlar tarafından
piyasaya sürülen “Gerçek Furkan” isimli “Dinlerarası Diyolog Projesi”nin kutsal
kitabını oluşturmaktı.
Yine
Sabetay Sevi’nin esaslı talebelerinden Gazzeli Nathan’ın Protestanlığın
Franksiscan Mezhebinin kurucusu olduğu, bu mezhebin de “Üç dini
birleştirmek(!)” gayesinde olduğu bilinmektedir. Yine Gülhaçlar’ın
kurucusunun, teşkilatını kurmadan önce yıllarca İstanbul ve Anadolu’da
yaşadığı, buralarda sapık Hurfiye tarikatlarına tabi olduğu ve kazandığı
sihir-büyü tecrübeleriyle “Gülhaçlar” örgütünü kurduğu bilinmektedir.
Aslında bütün sihir ve büyüye dayalı bu putperest ve yahudilik içindeki ezoterik
oluşumların temel gayesi,
insanlardaki metafizik Allah itikadını yok etmektir. Bu gayeye ulaşmak için
önce kendi içinde bir vahdaniyet belirten Katolikliği tasfiye edip, ardından
Ortodoksluğu da yozlaştırmak ve İslâm’ı da yozlaştırmaktır. Şayet İslâm
itikadını yozlaştırmayı başarabilirlerse, ne Hıristiyanlıkta ve ne de
beslendikleri Yahudilikte bile bir “tek Allah” inancı kalmayacak ve insanlık
putperestlik çağlarına geri dönecektir. Bu vesile ile, Budizmi ve taoizmi hep
yeniden gündeme taşırlar. Bu gün, new age denen sapkın oluşumların merkezi
Protestan ABD ve kaynakları da insanın tanrılaştığı budizm ve taoizm gibi
dinlerdir.
Budizm ve taoizm, bir vahdaniyet ve metafizik Allah inancını reddetmekte,
bunun yerine insanı tanrılaştırmaktadır. Bu açıdan da “Aydınlanma Çağı” Avrupa
insanının inancına hitap etmektedir.
Amerikan
Muhafazakârlığının Arkası “Homoseksüellik”tir.
Amerikan muhafazakarlığının siyasi arenadaki temsilcileri “Neoconlar”
denen çoğunluğu yahudi, evanjelist mezhebine bağlı yapılanmadır. Bu
yapılanmanın temel özelliği, dıştan, kürtaja karşı çıkmak gibi, muhafazakâr
topluma hitab etmek olurken, gerçekte hareketin belli başlı simalarının
çoğunluğu “homoseksüel-lezbiyen”dir. Yazımızın başında da ifade
ettiğimiz gibi Tapınak Şövalyeleri’nin belirgin vasıflarından bir tanesi de
eşcinsel olmalarıdır.
Mesela ABD Başkan yardımcısı
neocon Dick Cheny’nin küçük kızı Mary etkin bir lezbiyendir. Mary, babasının
bütün siyasi faaliyetlerinde faal bir çalışma yürütmektedir.
Yine Dışişleri Bakanı Condolezza Rice lezbiyendir. Muhafazakar duruşuyla
tanınan Andrew Sullwan isimli gazeteci ünlü bir homoseksüeldir. ABD ve Batı
gençliğinin idollerinden Madonna bir kabbalist lezbiyendir. Küreselci-ezoterik
bu sapık lezbiyen, geçtiğimiz yıl çektiği bir klipte, medeniyetlerarası diyalog
çabalarına katkıda bulunmak için, klibinde, Haç, Siyon Yıldızı ve Hilal’i
birarada kullanmıştır. Baba ve oğul Bushlar, Cheney vs. ABD’nin tepe noktadaki
yöneticilerinin çoğu “Sculls and bones- Kafatası ve Kemik” gizli yapılanmasına
üye oldukları bilinen bir hakikat.
Yine, protestanlığın ezici çoğunlukta
olduğu ABD ve İngiltere’de, eşcinsellik ve lezbiyenliğin de çok yaygın olduğu
bir çok kasaba ve şehirde çoğunluk bir yüzdeye ulaşan homoseksüel ve lezbiyen
sayısının her iki ülkede de on milyonlarla ifade edildiği, protestan
kiliselerinin homoseksüel-lezbiyenler arasındaki evlilikleri kutsadığı,
buradaki kiliselerde hem eşcinselliğin, hem de çocuklara yönelik sapıklığın
yaygın olduğu da bilinen bir gerçek. Mesela modacı Cengiz Abazoğlu Vatan
Gazetesinin 5 Ocak 2008 tarihli ekinde, “İngiliz erkeklerinin yarısı
eşcinseldir” ifadesini kullanmıştır. Bu sayı elli altı milyonluk İngiltere’de
en az 14 milyon nüfusa tekabül eder. ABD ve Kuzey Avrupa ülkelerinde
eşcinselliğin bu kadar yaygın olmasının temel sebeplerinden bir tanesi, bir
vahdaniyet inancını reddeden, insanı ilahlaştıran ve her kesin yaptığı kendi
ahlâkıdır anlayışına yolaçan, aklın yeni bir elbiseyle putlaştırıldığı
protestanlık ve aydınlanma çağıdır. Metafizik bir Allah inancı kalmayınca, öte
alemde hesap verme korkusu yok edilince ve temel gayesinin sınırsız para
kazanmak ve refah içinde yaşamak olarak benimsendiği protestanlık temelli
kapitalizm, insanlığın putperestlik çağlarına doğru yönelmesinin en büyük
amillerindendir. Batı’da teknoloji, büyü ile birlikte
insanın ilahlaştırılması yolunda kullanılmaktadır. Gerçekleştirilen bütün
genetik ve diğer tıbbi teknolojik icatların temelinde, Allah’a karşı bir savaş
ve biz de “insan-canlı” yaratırız meydan okuyuşu vardır.
İslâm âlemî ve Rusya, Allah’ı açıkça inkar eden Paris Locası zihniyetine
sahip rejimler tarafından yıllarca baskı altında tutulduktan sonra, bu sefer
de, “Allah’ı insan- insanı Allah” olarak gören İskoçya Locasının
tertiplediği bir “Hoşgörü Saldırısı” altındadır.
Ancak, bu hoşgörü saldırısı temelde, İslâm’ın sarsılmaz bir bütünlük
arzeden ve putperestliğe dönüşe set çeken itikadi emirlerine karşıdır. Zira,
Ortodoksluk bu saldırıya karşı koyabilecek bir güçte değildir.
Nitekim, iş artık Hıristiyanlık
itikadında “cennet ve cehenneme” yer olmadığı noktasına kadar gelmiştir.
Geçtiğimiz günlerde muharref İncil dediğimiz Eski ve Yeni Ahit’lerde, “cennet
ve cehennem” kavramlarının yer almadığı propagandası yapılarak,Hıristiyanlık
itikadındaki son mücerret kavramlar da imha edilmeye başlanmıştır, hem de
bizzat kutsal kitaplarını malzeme ederekten. Danimarka ve Hollanda gibi,
mahkemelerin hayvanlara karşı girişilen tecavüz dosyalarıyla dolup taştığı, her
türlü cinsi sapıklığın alenileşerek meşrulaştırıldığı –küçük çocuklara karşı
cinsel tacizin meşru sayılması için çalışan partiler bile kuruldu- Kuzey Avrupa
Ülkelerinde hem de muhafazakar denilen ultra sağcıları tarafından beslenen
büyük bir İslâm düşmanlığı mevcuttur. Bu düşmanlığın gayesi, tıpkı “Allahsız
Ilımlı İslâmcılar” gibi “Kur’an’daki cihad ve muamelat” hükümlerinin geçersiz
kılınmasıdır.
Geçtiğimiz yıllarda öldürülen sapık sinema yönetmeni Vang Gohg ile
şimdilerdeki Wilders ve Danimarkalı kuduz İslâm düşmanı sapık karikatürcüler
hep aynı hedefe kilitlenmiştir: “İslâm’ın tevhid akidesi!” Çünkü bütün
insanlığa zorla benimsetmeye çalıştıkları new age putperestlik çağının
önündeki en büyük engel budur. Bu gayeye ulaşmak içindir ki, Evanjelist
neocon Bush familyası, çok kolay bir şekilde içlerindeki putperestlik itikadını
ortaya çıkartabilmektedir. İşin daha da ilginç yanı, Rusya’daki hoşgörü
saldırısıyla Türkiye’deki hoşgörü saldırısının eş zamanlı ve rejim içindeki
tepe noktalara varmış tipler tarafından yürütülmesidir. Rusya’da Gorbaçev,
Yeltsin (çevresindeki yahudi kadrolar), Türkiye’de de Ecevit, Çiller,Demirel ve
bunların beslediği F.Gülen’dir.
Hoşgörü
Projesinin Tarihçesi
Yazımızın önceki sayfalarında dinlerarası diyalog projesinin bir
“Hıristiyan-Yahudi Siyonist” siyaseti olduğunu ve bin yıllık bir geçmişinin
bulunduğundan bahsetmiştik. Küfrün bu projesi,1800’lı yılların sonunda
semeresini vermeye başlar. İslâm dünyasında, “dinlerarası diyalog” projesi,
biri yumuşak geçiş, diğeri sert geçiş olmak üzere iki koldan yürütülmüş olup,
bugün bu iki kol,demokrasi ve sivil toplum politikası çerçevesinde birbirine
geçmiş haldedir.
“Şeriatsız”
Tasavvuf Projesi ve Rasyonalist İslâm Projesi
İslâm dünyasında, Müslümanların
itikadını yozlaştırma politikası temelde iki hattan yürütülmüştür. Aydın ve
okumuş kesime yönelik politika, rasyonalist-tasavvufsuz-kuru akılcı İslâm
politikası, avam tabakasına da “şeriatsız tasavvuf-İslâm- politikası
yürütülmüştür.
Hindistan
Şeriatsız Tasavvufun Merkezi
İngiliz işgal politikası, Osmanlı’nın, Hindistan’daki işgal politikasını
tesirsiz kılmak için bu ülkedeki Müslümanlar arasında, tarikatlar içerisinde,
şeriatsız, cihat karşıtı oluşumların temelini atmıştır. Kadiyanilik-Ahmediye
Mezhebi olarak bilinen bu sapık oluşum 1800’lü yıllardan itibaren lideri Gulam
Ahmet önderliğinde, İngiliz işgal politikasına teşne olmuş bir halde, Kur’an’da
cihat hükümlerinin günümüzde (1800’lü yıllar ve bugün dahi) geçerli olmadığı ve
halifenin İngiliz işgaline karşı yayınladığı fetvanın dinen caiz olmadığını
söylemiştir. Aynı Gulam Ahmet, bugün yayınlanan hatıralarında, İngilizler için
seve seve ölüme gideceğini, Kraliyet makamına yazdığı bir mektupta
belirtmiştir.
Düşünün, İngiliz işgaline karşı cihat hükümlerini yok sayarken, Hıristiyan-kafir
İngiliz’In çıkarları için seve seve savaşa bileceğini ifade ediyor Gulam
Ahmed... Fettoşu onun yerine koyun, bir
fark görebilecek misiniz?
Tam 200 yıldır Kadiyanilik’in esaslı merkezlerinden birisi de Londra’dır
Tayyip ile Fettoş’un önünü açan merkez de burasıdır.
İslâm dünyasında, avama yönelik diyalog ve itikat yozlaştırma
faaliyetleri işte böyle, şeriatsız tasavvuf politikalarıyla yürütüle
gelmektedir.
Kuru
Akılcı, Tasavvuf Düşmanı Modernistler
Emperyalizmin diğer bir saldırı mekanizması da daha çok laik-ateist Paris
Locası merkezli rasyonalist İslâm hareketidir. Önderliğini bu locaya bağlı
Cemaleddin Afgani ve Muhammed Abduh’un gerçekleştirdiği, sonraları Reşit
Rıza’nın da dahil olduğu bu tasavvuf düşmanı pozitivist yapılanma, İslâm Dünyasında,
İslâm’a muhatap bir dünya görüşü yokluğunda kıvranan, aydın ve okumuş kesimi
avlayan bu kuru akılcı imansızların hareketi uzun yıllar, başta Türkiye olmak
üzere, Sünnî çoğunluğun yaşadığı İslâm dünyası genelinde pek halka inememiştir.
Sadece Batıya öykünen veya Batıya kuru akılcı bir tarzla muhalefet eden belli
aydın kesimde tesirli olmuştur.
Mevdudi, Hamidullah, Seyyid Kutup vs. gibi meşhur isimler bu ekolün önde
gelen temsilcileridir. Ilk zamanlar birbirlerine düşman gibi görünen bu iki
ekol, zamanla Eh-i Sünnet itikadını parçalama noktasında çok kolay bir şekilde
bir araya gelebilmiştir. Özellikle, küreselcilik, sivil toplum ve demokrasi
çerçevesinde, düne kadar birbirine düşman görünen, F. Gülen, Yaşar Nuri Öztürk,
Ali Bulaç, Mehmet Aydın,
Bayraktar Bayraklı, Hatemiler, aynı çatı altında yıllardır beraber
olabilmektedir. Fetullah Gülen, 80’lerin ortalarına kadar halim-selim bir
tasavvuf ekolünün, ilmi kanadında bir hoca olarak tanınırken, kendisine biat
etmiş tabanın bir kaşık suda boğacağı bu tiplerle bugün küfrün hizmetinde kol
kola gidebilmektedir.
Türkiye’deki kuru akılcı modernist tiplerin
Müslüman halkımıza sirayet etmesini engelleyen en önemli amil Üstad Necip Fazıl
Kısakürek’in vefatına kadar verdiği, pervasız mücadeledir. Bu mücadele
pek tabi olarak, tarikat merkezli ve Süleyman Hilmi Tunahan ve Said-i Nursî Hz.
tarafından sürekli desteklenmiştir.
80’lerden itibaren dünyanın
küreselleşmeye başlaması ve Paris Locasının etkisini yitirmesi, SSCB’nin tarih
sayfalarına gömülmesiyle birlikte, tek merkez olarak İskoç Locası tesirli
olmaya başlamıştır. Buradan yürütülen projeyle “şeriatsız tasavvuf-
Kadıyanilik-Fettoşçuluk” ile kuru akılcı modernistler bir potada eritilmeye
başlanmış ve ortaya; “Hıristiyan ve Yahudilerin de cennete gidecekleri
(Bknz: Ali Bulaç 15 Mart 1996 Zaman ve Süleyman Ateş), iman etmek için Kelime-i
Tevhidin tamamına gerek olmadığı, Kur’an-ı Kerim’de yahudiler ve Hıristiyanları
lanetleyen ayet hükümlerine sadece belli bir dönem ve sadece belli şahıslar
için geçerli olduğu (Bknz: Fetullah Gülen; Küresel Barışa Doğru kitabı), namazın
üç vakit olduğu (Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu, 2002 yılında Radikal’de
Neşe Düzel’e verdiği röportaj)”
İtikadi sapkınlık belirten sözlerin
neşredilmesini ve savunulmasını getirmiştir.
İşte Müslümanlardaki tevhid
inancını sarsmaya yönelik politikaların savunulduğu küfür tezler:
-1992 yılı, İlk Dini Diyalog
Şurası, T. Özal: “Kur’an’da Allah’ın birliğinden başka her şeyi tartışırım..”
-1992, S. Demirel: “Kur’an’daki
230 kadar Ahkam ayetlerinin değiştirilmesi sorunu çözer.” –
Fetullah Gülen: “Başörtüsü bir teferruattır...”
-Fetullah Gülen: “İbrahimî
dinlerin mensupları aynı seviyededir.”
-Fetullah Gülen: “Lâ ilahe
illallah sözü, Müslüman olmak için yeter.”
-Fetullah Gülen: “Geçmişteki
savaşlar sadece maddi çıkar için yapılmıştır.” (İzmir temsilcimiz ve şu an İzmir
F-tipinde Fetullah terör örgütünün polis içindeki hücre yapılanmaların tezgahı
neticesi 2 yıldır hapiste bulunan Av. Murat Tetik gönüldaşımızın ifade ettiği
gibi- Aylık Dergisi- bu ifadesiyle Fetullah’ın bir metaryalistten hiçbir farkı
yoktur.) –
Fetullah Gülen: “Teröristler ateistler gibi, o da cennete
gidemezler.(2005 yılı Mart ayında cariyesi Nuriye Akman’a verdiği röportajda,
Usame bin Ladin ve işgale ve küfre karşı cihad eden müslümanlar için söylediği
söz. Ertesi gün Türkiye’deki ateistler ‘bu söz diyaloğa ve hoşgörüye’ aykırıdır
diye kazan kaldırınca özür dilemek zorunda kalmıştı fettoş. Yani müslümanları,
ateistlerle, ebediyyen cehenneme gönderen bir küfür soyudur fettoş.)
Mardin’de 2000 yılı Nisan ayında tertiplediği İbrahimî Dinler
Toplantısı”nda, müslüman bir kadını hem hristiyan, hem de müslüman(!) olduğunu
iddia eden bir Amerikalıyla nikahını kıyan bu hain diyalogçu CIAMossad kuklasına
sormak lâzım:
Ortada (Farz-ı muhal) İbrahimî din diye bahsettiğin Hıristiyanlıkta
zırnık itikat mı kaldı ki, höykürüp duruyorsun. Farzedelim katoliklerle
diyaloğa geçtik! Cennet ve cehennemin varolup olmadığını tartışan bir yapı hangi
ölçüde bize itikadi ortak payda vazifesi görecek? Yahudi-siyonistlerin, protestanlık şemsiyesi altında kendi amaçları
uğruna, bunun yanında putperest new ager’ların, bütün dünyayı istilaya
çalıştığını görmüyor musun ve bunu nasıl izah edeceksin?
Diyalog projesinin, bugün bu projeye inanan müslümanları getirdiği seviye
şunlardır:
-Homoseksüellik ve lezbiyenliği, müslümanlar arasında meşrulaştırmak ve
bunu bizzat Kur’an-ı Kerim’e dayandırmak gibi sapıkça önerilerde bulunmak
(sayın Mirzabeyoğlu Kur’an’dan usulünce (Ehl-i Sünnet’in Edille-i Şeriye (Kur’an,
Sünnet, İcmâ ve Kıyas esas ve usûlü) hüküm çıkarılmazsa, rastgele şekilde
homoseksüelliği bile meşrulaştıracak hükümler bile çıkarmaya yeltenirler
demişti. Yani, Allah eşcinselleri, sapık Lut Kavmi misalinde yerin dibine
geçirerek helâk ettiğini bize söylerken, buradan eşcinselliğin İslâm’da meşru
olduğunu söyleyebilecek kadar sapkın zihniyetliler çıkabilir.) En son
Endonezya’nın başkenti Cakarta’da 27 Mart 2008 tarihinde tertiplenen “Dinler ve
Barış Konferansı”nda “eşcinseller ve eşcinsellik doğaldır ve Allah tarafından
yaratılmışlardır, dolayısıyla İslâm’da caizdır” fetva(!)sı yayınlanmıştır. Bu
fetva için Kur’an’daki Hucurat Suresi esas alınmış, fetvayı yayınlayanlar da
Endonezyalı diyalogcu sapık ilahiyatçılar.
-Samanyolu kanalizasyonunda, sapık
diyalogcuların söylediği “Haramları tayin etmek için öyle çok bilgiye
ve kitaba ihtiyaç yok. Vicdan çok büyük bir aynadır...” [23 Ocak 2008, saat
12.55 (Furkan Dergisi Mart sayısından iktibastır)] Bunlara söyleyelim o zaman: çocuklara
tebelleş olan sapık ta, İslâm dünyasında Müslüman kanı içen vahşi Batılı da hep
vicdanına yedirdiğini söyleyebiliyor, bütün bu denaatleri işlerken. Mutlak
hakikatin koyduğu ölçüler olmadan vicdanî ölçü almak, bir putperestten, insanı
ilahlaştıran, budizm ve taoizmden, masonluktan ne farkı var?
-Artık dini ve dindarlığı, geçmiş dönemlerde yazılmış kitapların
satırları ve formatları içinde değil, dünyaya bakarak inşa etmek ve ona göre
çizmek istiyoruz. (Ali Bardakoğlu, 16 Şubat 2007 Milli Gazete) bu
sözlerin, Gorbaçev’in, burada bahsettiğimiz 7 Aralık 1988 tarihli BM
konuşmasından ne farkı var? Bu Ali Bardakoğlu, 2002 yılında Ankara Üniversitesi
Ilahiyat Fakültesinde görevli iken, Neşe Düzel’e verdiği röportajda “Namaz üç
vakittir” demiş, daha sonra Diyanetin başına tayin edilince de, bu sözlerini yalamaya
çalışmıştı... Şimdi de, Hadislerde revizyona gidiyormuş. Güya kadınları
aşağıladığı iddia edilen birkaç Hadis (Hadis olmayabilir de) üzerinden, bütün
Hadisler üzerinde oynama yapacaklar. Yani Hadisleri, kendi postmodern-paganist
zihniyetlerine göre çağa uyduracaklar(!)
Daha bunun gibi yüzlerce itikadî ve ahlâkî sapkınlığa yol açıcı hain bir
projedir, “dineler, kültürler ve medeniyetler arası diyalog” projeleri.
Geçtiğimiz yıl ABD’de tertiplenen “laik İslâm”
toplantısı öncesi, Mısır’da Fettoşun öncülüğünde her yıl tertiplenen “Abant
Toplantıları” gerçekleştirildi. Bu toplantılara her nedense, ne kadar ateist ve
ibne varsa müdavimi olarak iştirak ediyor. “Laik İslâm” hani bugünlerde,
laik yargıtayın “şeriatçı” diye dava açtığı Fetullah Gülen’in gerçek yüzüdür.
“laik, liberal, ılımlı ve pagan İslâm(!)” Fetullah Gülen ve avanesi, zihniyet
olarak işte budur: “New age, paganist Müslümanı(!)”„
Yorumlar
Yorum Gönder