Hoşgörü Saldırısı Putperestliğe Giden Yol



Fazıl Duygun
Aylık Dergisi 44. Sayı, Mayıs 2008


*
“Hoşgörü Saldırısı” tabiri Sayın Alev Alatlı’nın ‘Gogol’ün İzinde’ serisinin 3. cildi olan “Eyy, Uhnem, ey Uhnem!” isimli kitabın, 113 ilâ 130. sayfaları arasındaki bölümün adıdır. Sayın Alatlı burada, Rusya’da Ortodoks kilisesini çözmek ve işi putperestliğe doğru bükmek, buna aracı olarak da Protestanlığın nasıl kullanıldığını çok güzel şekilde izah etmiş. Biz kitabın bu bölümünü epey iktibas edeceğimiz gibi, burada tatbik edilen projenin Anadolumuzda ve İslâm dünyasındaki tatbikatını da misâllendireceğiz.
“Dinlerarası Diyalog”, “Hoşgörü Toplantıları”, “Medeniyetlararası Diyalog” gibi uluslar arası bir görünüm arzeden, küresel emperyalist projelerin neleri gaye edindiğini de, resmî belgeleriyle size sunacağız.

İşte, Rus Ortodoks Kilisesi ve Ortodoks imanını yok etmek için tatbik edilen projenin tatbiki:
“(...) Allah’a itikadî kavramlar, insanlığın ilerleyişine paralel olarak kaybolmaya mahkûmdurlar. Yeni bir din gelişecek, bu dinin en önemli unsuru evrenselliği olacak. Doğu’nun ve Batı’nın büyük dinlerinin insancıl öğretilerini kucaklayacak” diyen, UNESCO’nun ilk genel müdürü (1946-48) Ingiliz Sir Julian Huxley değil miydi? Huxley’di. ‘Peçesiz Isis’ Aleksi’nin kuzeni Peder Dimitriyeviç Grinko’yu deli eden o Isis değil mi? “... Eski Mısır’da bereket tanrıçası, Oisis’in hem kız kardeşi, hem de karısı! Pagan inançları hakkında birazcık bilginiz varsa Isis’in, Maya, Gaia veya Ge, yani Demeter ya da Seres,yani ‘toprak’ olarak da geçtiğini bilirsiniz! Isis, Toprak Ana’dır... Kâfirlerin tertipledikleri bu yeni dinde, Tanrı’nın canlı cansız her şeyin içinde olduğu şeklindeki Şamanist/Budist inanç da var. Ama asıl tema Toprak Ana ibadetidir. Toprak Ana’yı, Rus steplerinin Nemli Toprak Anası, Mati Sîra Zmlya olarak sunuyorlar... Tükenmez bereket, kendisini her an yenileyen, sonsuz yaşam kaynağı, Ebedi Bakire! Anladınız mı, Bayan Güloya? İnsanlık, yeniden barbarların dinine ihtida ediyor! Bir Müslüman olarak dehşete düşmediniz mi?

“(...) Bu gün Kilise’yi tehdit edenler artık komünistler değil, Konstantinople’lu Bayan! Bu gün artık tehdit, kendi içimizdeki iyi giyimli, iyi eğitimli liberallerden geliyor! Liberallerden ve dünyada sürdürülebilir barışı sağlamanın tek yolunun Yeni Dünya Düzeni’nin kurulması olduğunu söyleyen küreselleşmeciler, sosyalistler, farmasonlar, kadın hareketi, barış hareketi, çevreciler ve hepsinden tehlikelisi New Ager’lardan geliyor! New Ager’lar, en tehlikeli çünkü tek bir liderin öncülüğünde toplanmış değiller; geleneksel Hıristiyanlıktan hazzetmeyen, Hindu dininin şu veya bu unsurunu benimseyen binlerce gruptan oluşuyorlar.”

Sayın Alatlı’nın yukarıdaki tesbitinde, “kilise” yerine “cami”, “komünistler” yerine “Kemalist-laikleri”, “liberallere” de, “imansız Ilımlı İslâmcıları” yerleştirdiğimizde, bakın ortaya nasıl bir tablo çıkıyor:

“Bugün Camiyi tehdit edenler artık “laik komünistler” değil, sevgili Müslümanlar! Bugün artık tehdit, kendi içimizdeki, iyi giyimli, iyi eğitimli liberaller ile onlara öykünen ve bu liberallere hizmet etmekten şeref duyan, imansız Ilımlı İslâmcı(!)lardan geliyor. Liberaller ve imansız Ilımlı İslâmcılar, Yeni Dünya Düzeni’nin kurulması hedefinde, farmasonlardan, eşcinsel ve lezbiyenlere kadar, her çeşit fitneci sapık güruhla kol kola girmekten büyük bir haz duyuyor!”

Gorbaçov: “Rus Ortodoks Kilisesi yok edilmeli” Yıl 1988, eski SSCB Başkanı Gorbaçov, sapık new age akımcılarından biri olan ve bugün BM’nin başındaki Baki Moon’ın Hizbi “moon”un kurucusu Sung Myung Moon’u Kremlin’de ağırlar. Ardından diğer sapık bir akım new age scientology (ki zihin kontrol faaliyetleri üzerine uzmanlaşmıştır) hizbine de Moskova Devlet Üniversitesi’nde oda tahsis eder. Aynı Gorboçov, 7 Aralık 1988 tarihinde BM kürsüsündeki konuşmasında şöyle der:

“Küresel ilerleme evrensel mutabakatın sağlanmasına bağlıdır... Yeni Dünya Düzeni, Rus Ortodoks Kilisesi’ni yer yüzünden silmenin en etkin yollarından birisidir.” (age,sh:119)

Rusya’da kurulan Teosofi Cemiyeti, Gülhaç Locasına bağlı bir farmason yahudi tarafından meydana getirilmiştir. İlginçtir ki, dinler arası diyalog vs. türünden projeleri yürütenlerin önemli bir kısmı yahudilerdir.San Fransisco’da kurulan Gorboçev Vakfının temel gayelerinden bir tanesi de medeniyetler arası diyalogdur. Bu diyalog projesini şu şekilde izah eder: “yeni bir medeniyet kurmak için çalışmak, dünya dinlerini ‘sağlıksız unsurlarından arındırmak’ ve Toprak Ana kavramıyla bütünleştirmek suretiyle çevre kirlenmesi sorunlarını da çözmek.”

Bu projeye, baba Bush’un nasıl destek verdiğini yine aynı eserden okuyalım:
 “(...) Alekseyevno’yı inciten, Amerikan egemenliğini perçinlemeye yönelik bir projeye Lenin’in alet edilmiş olması.”

“Nasıl yani?”
“Lenin’in ideali ülkenin ve dünyanın değerlerini değiştirmek ve milliyetçilikten arındırılmış bir halk yaratmaktı.” Diyor. “Baba Bush, Lenin’in projesine sahip çıkıyor. Projenin başına Raysa Maksimoua’yı getirmesi de bundan. Gorbaçov’un Lenin’in en iyi öğrencilerinden biri olduğunu herkes bilir.”

“Size saygısızlık etmek istemem Galina ama benim anladığım kadarıyla Lenin’in ideali ruhaniyetsiz bir dünya toplumuydu, oysa baba Bush dindar, hatta gerici bir adam!”
“Çarlar tebalarını hoş tutmak için dindar görünmek zorundadırlar, Bayan” diye kestirip atıyor. “Mr. Bush, inancında samimi olsaydı, Hıristiyanlığın paganist unsurlarla hemhal edilmesini teşvik etmezdi. Gerici olduğu muhakkak ancak bir gerici çevre kirlenmesi sorusunu çözmek için Mati Sira Zmlya’ya (Rus steplerinin Nemli Toprak Anası) baş vuru!” (Alev Alatlı, Gogol’un İzinde, 3. kitap, sh. 127 ) Rusya’nın yani Rus Ortodoks Kilisesi’nin putperestliğe doğru giden YDD’nin eşcinsel-lezbiyen misyonerler tarafından bir “Hoşgörü saldırısıyla” karşı karşıya kaldığını belirtiyor, Alev Alatlı. Saldırının temel gayesi de Rus halkının, Ortodoksluğa olan itikadını yıkıp, new age dinlerine tâbi olmalarını sağlamak. Bu işte en büyük avantajları ise Komünizm tarafından materyalistleştirilmeye çalışılmış Rus halkının, birden bire vahşi kapitalizmin işgaline uğramasıyla birlikte hem maddi hem de psikolojik taarruza maruz kalan Rus halkı ve Ortodoks Kilisesi’nin yeterince direnemiyor olması olmuş. 

Aslında Rusya, Üstad Necip Fazıl’ın 40 yıl kadar önce ifade ettiği gibi, “dışarıdan bakıldığı zaman materyalist, ancak halkının yaşadığıyla mistik, buna karşılık ABD ise, dışarıdan mânevilik iddia ettiği nisbette buz gibi bir materyalist hayat” sürmüştür. Dinler ve kültürlerarası diyalog projesinde, önce Rusya’nın hedef alınmasının iki temel noktası olduğunu görmekteyiz:

1-      Ortodoksluk inancının, Hristiyan mezhepler içerisinde en statik ve en dirençli bir mezhep olması sebebiyle, buradan elde edilecek tecrübelerin, İslâm üzerinde tatbik edilmesi.
2-     Yukarıda bahsettiğimiz, materyalist eğitim düzeni ve vahşi kapitalizmin işgali neticesi şoka uğrayan toplum ve kurumların acınacak halleri.

Dikkat ettiğimiz zaman, şunu görmekteyiz:

 Dinlerarası diyalog vs. türünden projeleri önce Rusya, daha sonra ise Türkiye ve diğer İslâm ülkelerinde tatbik edilmeye başlanmıştır. Türkiye’de de bu projenin alenen tatbik edilmeye başlandığı yıl 1991-92 yıllarıdır. Bu tarihten itibaren, Anadolu toprakları, Hristiyan Siyonist ve Yahudi Siyonistlerle çatışma halde olan “Küreslci vs”” dediğimiz, “tekno-finans tekeli neo Pagan” tarafından başlatılan bir “Hoşgörü Saldırısı”na maruz kalmaktadır.

İsterseniz önce “dinlerarası diyalog” projesinin tarihi arka plânından bahsederek başlayalım.
Malumunuz, Tapınak Şövalyeleri, son zamanların gözde mevzularından bir tanesi. Bin yıl kadar önce, Katolik Kilisesi’nin seçkin savaşçı askerlerinden oluşan bir asker-rahipler sınıfıydılar. Gayeleri Kudüs’ün bir hristiyan toprağı olarak kalmasını sağlamak olan şövalyeler, zamanla Yahudilikle olan münasebetleri sebebiyle, bir yahudileşmiş hristiyanlık mezhebi ortaya çıkardılar.

Yine yahudilerle olan münasebetleri sebebiyle, müthiş bir bankerlik ve senet sistemi oluşturarak, o devrin büyük Katolik devletleri, Fransa ve İspanya’yı haczedecek kadar borca bağladılar.

Yahudilik içerisinde vücut bulmuş ve eski pagan inanç sistemlerindne kalma putperestliğe özgü büyü ve sihiri de çok iyi öğrenen, sapık Şia mezhebi İsmailiye ve Haşhaşiler’le ittifak eden Tapınak Şövalyeleri, zamanla Hristiyan Siyonist (Yahudilik itikadını benimsemiş Hristiyanlar) bir sınıf meydana getirdiler. Temel şiarlarından birisi de “eşcinsellik”lik olan ve asla evlenmeyen bu hristiyan siyonistler, putperestlik ayinlerini de benimsemiş bir şekilde, yahudiliğin ileri uç karakolları haline geldiler. İsrailoğullarının yani aslîyeti bozulmuş Museviliğin devamı hâlindeki Yahudilik içerisinde Mısır’dan katılarak yaşamaya  büyücü Samira’nın hedefi olan, “ilahlaşmak”, “insan-canlı yaratmak”, bu vesileyle de zamanın en büyük vasıtaları olan “sihir-büyü-teknoloji”yi bu yolda kullanmak, dünden bugüne vazgeçilmez gayeleri olmuştur. Hristiyan ve Yahudi Siyonistlerin. Putperestliğin Yahudiliğe  olan ilgi ve alâkası,onun bir koza örerek içinde  olarak yaşayabileceği ve kendisine düşman olarak bildiği mutlak hakikatin içinde görünmeye çalışmak şeklinde olmuştur. İmam-ı Rabbanî Hz.lerinin dediği gibi “nefs insana Hak yoldan yanaşır”.   Kur’an-ı Kerim’de Musa (A.S) ın Tur Dağı’na, Allah-ü Teala ile konuşmak için gittiğinde, Yahudi büyücü Samira’nın, Mısır putperestlerinden öğrendiği sihir ve büyü vesilesiyle, kavminin elindeki altınları eritip, bir buzağı şekline sokması ve bu buzağının konuşması hadisesidir. (Biz buzağının konuşmasının, Hz. Cebrail’in bir insan kılığında, Musa Peygamber’e gelmesi ve onun gelişinin Yahudi Samira tarafından anlaşılıp, bastığı yerdeki toprağın, eritilen bu altınların içine karıştırılması sayesinde konuştuğunu, Muhyiddin-i Arabî Hz.’leri vasıtasıyla bilmekteyiz.)

Temel gayelerinden bir tanesinin, “vahdaniyet”e dayalı esas din olan İslâm ile vahdaniyetten bir nebze olsun pay almış (İsevilik, Yahudi Saul tarafından içine putperestlik itikadı sokularak Hristiyanlık, Baba-Oğul Kutsal Ruh haline getirilmiştir.) Katolikliğin tasfiye edilmesi olduğu, bu sebeple, sapık İsmailiye mezhebiyle irtibata geçilerek bir “dinlerarası diyalog projesini” gerçekleştirmeye çalıştıkları (Batı Mabet ve Loca İsimli kitabın mason olduklarını açıkça itiraf eder yazarları) alenen söylenen Tapınak Şövalyeleri Katolik dünyasını tasfiye işlemine girişecekken, 1314 yılında Katolik Fransa Kralı 3. Filippe tarafından karşı bir saldırı ile bertaraf edilmeleri üzerine, Fransa dışındaki unsurlarının, bir süre sessizliğe bürünüp, Mason locaları oluşturarak tekrar piyasaya çıkmaya başlamışlardır. Esas gayeleri, metafizik bir ilah itikadına sahip, her dine düşmanlık etmek olan bu yapılanma Aydınlanma çağı Avrupası’nın da itici dinamiklerinden biri ola gelmiştir.

Katolikliğin, Allah inancını aklileştirerek metafizik âlemden maddî âleme indirgemelerine nispet, Allah’ı inkâr ederek insanı ilâhlaştırmak olmuştur. Bu, kimi zaman bir Tanrı olgusuna inanan, ancak insanı Tanrı olarak gören Iskoç Locası, kimi zaman da büsbütün materyalist ve Allah inancına düşman Paris Locası vesilesiyle gerçekleştirilmektedir. Diğer bir yapılanması “Gülhaç” Teşkilatı olan bu hristiyan ve yahudi siyonist şebekeleri, yine aynı şekilde bir dinlerarası diyalog projesine girişmişlerdir. Yalnız bundan önce, bir zulüm teşkilatına dönen ve dogmalaşmış 2000 yıllık Aristo mantığına göre çalışan “Akılcı” Katolik Kilisesi’nin Avrupa Kıtası çapındaki zulümlerine karşı özellikle Almanya’dan başlayarak Kuzey Avrupa ülkelerinde ve İngiltere’de Protestanlık Mezhebi’nin hakim olması yolunda mücadele etmişlerdir. “Yeni Akıl” olarak nitelendirebileceğimiz Protestanlık, Katoliklik ve Ortodoksluk gibi kutsallıklara önem vermez, hatta, Hz. Meryem’e bile ihtimam göstermeyip, onun yerine bir fahişe olduğu için taşlanmak üzereyken, “ilk taşı içinizden günahsız olan atsın” sözüyle Hz. İsa tarafından kurtarılan Mecde’li Meryem’e önem vermektedir. Protestanlık hareketinin Mason Locaları ile iç içe olması da ayrı bir önem arzetmektedir. Meselâ, Aytunç Altındal’ın “Gülhaç Ve AB” isimli eserinde, ünlü bilim adamı Newton’un İskoç Mason Locasına üye olduğu ve büyü ile uğraştığı, kaynaklarıyla beraber yazılmıştır.

İskoç Locasına bağlı masonların İncil-Tevrat-Kur’ân üçlüsü(!) ne yemin ettiğini yazmaktadır Sayın Alatlı... Buradaki temel gaye, bugün Neocanlar tarafından piyasaya sürülen “Gerçek Furkan” isimli “Dinlerarası Diyolog Projesi”nin kutsal kitabını oluşturmaktı.

Yine Sabetay Sevi’nin esaslı talebelerinden Gazzeli Nathan’ın Protestanlığın Franksiscan Mezhebinin kurucusu olduğu, bu mezhebin de “Üç dini birleştirmek(!)” gayesinde olduğu bilinmektedir. Yine Gülhaçlar’ın kurucusunun, teşkilatını kurmadan önce yıllarca İstanbul ve Anadolu’da yaşadığı, buralarda sapık Hurfiye tarikatlarına tabi olduğu ve kazandığı sihir-büyü tecrübeleriyle “Gülhaçlar” örgütünü kurduğu bilinmektedir.

Aslında bütün sihir ve büyüye dayalı bu putperest ve yahudilik içindeki ezoterik  oluşumların temel gayesi, insanlardaki metafizik Allah itikadını yok etmektir. Bu gayeye ulaşmak için önce kendi içinde bir vahdaniyet belirten Katolikliği tasfiye edip, ardından Ortodoksluğu da yozlaştırmak ve İslâm’ı da yozlaştırmaktır. Şayet İslâm itikadını yozlaştırmayı başarabilirlerse, ne Hıristiyanlıkta ve ne de beslendikleri Yahudilikte bile bir “tek Allah” inancı kalmayacak ve insanlık putperestlik çağlarına geri dönecektir. Bu vesile ile, Budizmi ve taoizmi hep yeniden gündeme taşırlar. Bu gün, new age denen sapkın oluşumların merkezi Protestan ABD ve kaynakları da insanın tanrılaştığı budizm ve taoizm gibi dinlerdir.
Budizm ve taoizm, bir vahdaniyet ve metafizik Allah inancını reddetmekte, bunun yerine insanı tanrılaştırmaktadır. Bu açıdan da “Aydınlanma Çağı” Avrupa insanının inancına hitap etmektedir.

Amerikan Muhafazakârlığının Arkası “Homoseksüellik”tir.
Amerikan muhafazakarlığının siyasi arenadaki temsilcileri “Neoconlar” denen çoğunluğu yahudi, evanjelist mezhebine bağlı yapılanmadır. Bu yapılanmanın temel özelliği, dıştan, kürtaja karşı çıkmak gibi, muhafazakâr topluma hitab etmek olurken, gerçekte hareketin belli başlı simalarının çoğunluğu “homoseksüel-lezbiyen”dir. Yazımızın başında da ifade ettiğimiz gibi Tapınak Şövalyeleri’nin belirgin vasıflarından bir tanesi de eşcinsel olmalarıdır.

 Mesela ABD Başkan yardımcısı neocon Dick Cheny’nin küçük kızı Mary etkin bir lezbiyendir. Mary, babasının bütün siyasi faaliyetlerinde faal bir çalışma yürütmektedir.
Yine Dışişleri Bakanı Condolezza Rice lezbiyendir. Muhafazakar duruşuyla tanınan Andrew Sullwan isimli gazeteci ünlü bir homoseksüeldir. ABD ve Batı gençliğinin idollerinden Madonna bir kabbalist lezbiyendir. Küreselci-ezoterik bu sapık lezbiyen, geçtiğimiz yıl çektiği bir klipte, medeniyetlerarası diyalog çabalarına katkıda bulunmak için, klibinde, Haç, Siyon Yıldızı ve Hilal’i birarada kullanmıştır. Baba ve oğul Bushlar, Cheney vs. ABD’nin tepe noktadaki yöneticilerinin çoğu “Sculls and bones- Kafatası ve Kemik” gizli yapılanmasına üye oldukları bilinen bir hakikat. 

Yine, protestanlığın ezici çoğunlukta olduğu ABD ve İngiltere’de, eşcinsellik ve lezbiyenliğin de çok yaygın olduğu bir çok kasaba ve şehirde çoğunluk bir yüzdeye ulaşan homoseksüel ve lezbiyen sayısının her iki ülkede de on milyonlarla ifade edildiği, protestan kiliselerinin homoseksüel-lezbiyenler arasındaki evlilikleri kutsadığı, buradaki kiliselerde hem eşcinselliğin, hem de çocuklara yönelik sapıklığın yaygın olduğu da bilinen bir gerçek. Mesela modacı Cengiz Abazoğlu Vatan Gazetesinin 5 Ocak 2008 tarihli ekinde, “İngiliz erkeklerinin yarısı eşcinseldir” ifadesini kullanmıştır. Bu sayı elli altı milyonluk İngiltere’de en az 14 milyon nüfusa tekabül eder. ABD ve Kuzey Avrupa ülkelerinde eşcinselliğin bu kadar yaygın olmasının temel sebeplerinden bir tanesi, bir vahdaniyet inancını reddeden, insanı ilahlaştıran ve her kesin yaptığı kendi ahlâkıdır anlayışına yolaçan, aklın yeni bir elbiseyle putlaştırıldığı protestanlık ve aydınlanma çağıdır. Metafizik bir Allah inancı kalmayınca, öte alemde hesap verme korkusu yok edilince ve temel gayesinin sınırsız para kazanmak ve refah içinde yaşamak olarak benimsendiği protestanlık temelli kapitalizm, insanlığın putperestlik çağlarına doğru yönelmesinin en büyük amillerindendir. Batı’da teknoloji, büyü ile birlikte insanın ilahlaştırılması yolunda kullanılmaktadır. Gerçekleştirilen bütün genetik ve diğer tıbbi teknolojik icatların temelinde, Allah’a karşı bir savaş ve biz de “insan-canlı” yaratırız meydan okuyuşu vardır.
İslâm âlemî ve Rusya, Allah’ı açıkça inkar eden Paris Locası zihniyetine sahip rejimler tarafından yıllarca baskı altında tutulduktan sonra, bu sefer de, “Allah’ı insan- insanı Allah” olarak gören İskoçya Locasının tertiplediği bir “Hoşgörü Saldırısı” altındadır.
Ancak, bu hoşgörü saldırısı temelde, İslâm’ın sarsılmaz bir bütünlük arzeden ve putperestliğe dönüşe set çeken itikadi emirlerine karşıdır. Zira, Ortodoksluk bu saldırıya karşı koyabilecek bir güçte değildir.

 Nitekim, iş artık Hıristiyanlık itikadında “cennet ve cehenneme” yer olmadığı noktasına kadar gelmiştir. Geçtiğimiz günlerde muharref İncil dediğimiz Eski ve Yeni Ahit’lerde, “cennet ve cehennem” kavramlarının yer almadığı propagandası yapılarak,Hıristiyanlık itikadındaki son mücerret kavramlar da imha edilmeye başlanmıştır, hem de bizzat kutsal kitaplarını malzeme ederekten. Danimarka ve Hollanda gibi, mahkemelerin hayvanlara karşı girişilen tecavüz dosyalarıyla dolup taştığı, her türlü cinsi sapıklığın alenileşerek meşrulaştırıldığı –küçük çocuklara karşı cinsel tacizin meşru sayılması için çalışan partiler bile kuruldu- Kuzey Avrupa Ülkelerinde hem de muhafazakar denilen ultra sağcıları tarafından beslenen büyük bir İslâm düşmanlığı mevcuttur. Bu düşmanlığın gayesi, tıpkı “Allahsız Ilımlı İslâmcılar” gibi “Kur’an’daki cihad ve muamelat” hükümlerinin geçersiz kılınmasıdır.

Geçtiğimiz yıllarda öldürülen sapık sinema yönetmeni Vang Gohg ile şimdilerdeki Wilders ve Danimarkalı kuduz İslâm düşmanı sapık karikatürcüler hep aynı hedefe kilitlenmiştir: “İslâm’ın tevhid akidesi!” Çünkü bütün insanlığa zorla benimsetmeye çalıştıkları new age putperestlik çağının önündeki en büyük engel budur. Bu gayeye ulaşmak içindir ki, Evanjelist neocon Bush familyası, çok kolay bir şekilde içlerindeki putperestlik itikadını ortaya çıkartabilmektedir. İşin daha da ilginç yanı, Rusya’daki hoşgörü saldırısıyla Türkiye’deki hoşgörü saldırısının eş zamanlı ve rejim içindeki tepe noktalara varmış tipler tarafından yürütülmesidir. Rusya’da Gorbaçev, Yeltsin (çevresindeki yahudi kadrolar), Türkiye’de de Ecevit, Çiller,Demirel ve bunların beslediği F.Gülen’dir.

Hoşgörü Projesinin Tarihçesi

Yazımızın önceki sayfalarında dinlerarası diyalog projesinin bir “Hıristiyan-Yahudi Siyonist” siyaseti olduğunu ve bin yıllık bir geçmişinin bulunduğundan bahsetmiştik. Küfrün bu projesi,1800’lı yılların sonunda semeresini vermeye başlar. İslâm dünyasında, “dinlerarası diyalog” projesi, biri yumuşak geçiş, diğeri sert geçiş olmak üzere iki koldan yürütülmüş olup, bugün bu iki kol,demokrasi ve sivil toplum politikası çerçevesinde birbirine geçmiş haldedir.

“Şeriatsız” Tasavvuf Projesi ve Rasyonalist İslâm Projesi
 İslâm dünyasında, Müslümanların itikadını yozlaştırma politikası temelde iki hattan yürütülmüştür. Aydın ve okumuş kesime yönelik politika, rasyonalist-tasavvufsuz-kuru akılcı İslâm politikası, avam tabakasına da “şeriatsız tasavvuf-İslâm- politikası yürütülmüştür.

Hindistan Şeriatsız Tasavvufun Merkezi
İngiliz işgal politikası, Osmanlı’nın, Hindistan’daki işgal politikasını tesirsiz kılmak için bu ülkedeki Müslümanlar arasında, tarikatlar içerisinde, şeriatsız, cihat karşıtı oluşumların temelini atmıştır. Kadiyanilik-Ahmediye Mezhebi olarak bilinen bu sapık oluşum 1800’lü yıllardan itibaren lideri Gulam Ahmet önderliğinde, İngiliz işgal politikasına teşne olmuş bir halde, Kur’an’da cihat hükümlerinin günümüzde (1800’lü yıllar ve bugün dahi) geçerli olmadığı ve halifenin İngiliz işgaline karşı yayınladığı fetvanın dinen caiz olmadığını söylemiştir. Aynı Gulam Ahmet, bugün yayınlanan hatıralarında, İngilizler için seve seve ölüme gideceğini, Kraliyet makamına yazdığı bir mektupta belirtmiştir.
Düşünün, İngiliz işgaline karşı cihat hükümlerini yok sayarken, Hıristiyan-kafir İngiliz’In çıkarları için seve seve savaşa bileceğini ifade ediyor Gulam Ahmed...  Fettoşu onun yerine koyun, bir fark görebilecek misiniz?

Tam 200 yıldır Kadiyanilik’in esaslı merkezlerinden birisi de Londra’dır Tayyip ile Fettoş’un önünü açan merkez de burasıdır.
İslâm dünyasında, avama yönelik diyalog ve itikat yozlaştırma faaliyetleri işte böyle, şeriatsız tasavvuf politikalarıyla yürütüle gelmektedir.

Kuru Akılcı, Tasavvuf Düşmanı Modernistler

Emperyalizmin diğer bir saldırı mekanizması da daha çok laik-ateist Paris Locası merkezli rasyonalist İslâm hareketidir. Önderliğini bu locaya bağlı Cemaleddin Afgani ve Muhammed Abduh’un gerçekleştirdiği, sonraları Reşit Rıza’nın da dahil olduğu bu tasavvuf düşmanı pozitivist yapılanma, İslâm Dünyasında, İslâm’a muhatap bir dünya görüşü yokluğunda kıvranan, aydın ve okumuş kesimi avlayan bu kuru akılcı imansızların hareketi uzun yıllar, başta Türkiye olmak üzere, Sünnî çoğunluğun yaşadığı İslâm dünyası genelinde pek halka inememiştir. Sadece Batıya öykünen veya Batıya kuru akılcı bir tarzla muhalefet eden belli aydın kesimde tesirli olmuştur.

Mevdudi, Hamidullah, Seyyid Kutup vs. gibi meşhur isimler bu ekolün önde gelen temsilcileridir. Ilk zamanlar birbirlerine düşman gibi görünen bu iki ekol, zamanla Eh-i Sünnet itikadını parçalama noktasında çok kolay bir şekilde bir araya gelebilmiştir. Özellikle, küreselcilik, sivil toplum ve demokrasi çerçevesinde, düne kadar birbirine düşman görünen, F. Gülen, Yaşar Nuri Öztürk, Ali Bulaç, Mehmet Aydın, Bayraktar Bayraklı, Hatemiler, aynı çatı altında yıllardır beraber olabilmektedir. Fetullah Gülen, 80’lerin ortalarına kadar halim-selim bir tasavvuf ekolünün, ilmi kanadında bir hoca olarak tanınırken, kendisine biat etmiş tabanın bir kaşık suda boğacağı bu tiplerle bugün küfrün hizmetinde kol kola gidebilmektedir.

 Türkiye’deki kuru akılcı modernist tiplerin Müslüman halkımıza sirayet etmesini engelleyen en önemli amil Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in vefatına kadar verdiği, pervasız mücadeledir. Bu mücadele pek tabi olarak, tarikat merkezli ve Süleyman Hilmi Tunahan ve Said-i Nursî Hz. tarafından sürekli desteklenmiştir.

 80’lerden itibaren dünyanın küreselleşmeye başlaması ve Paris Locasının etkisini yitirmesi, SSCB’nin tarih sayfalarına gömülmesiyle birlikte, tek merkez olarak İskoç Locası tesirli olmaya başlamıştır. Buradan yürütülen projeyle “şeriatsız tasavvuf- Kadıyanilik-Fettoşçuluk” ile kuru akılcı modernistler bir potada eritilmeye başlanmış ve ortaya; “Hıristiyan ve Yahudilerin de cennete gidecekleri (Bknz: Ali Bulaç 15 Mart 1996 Zaman ve Süleyman Ateş), iman etmek için Kelime-i Tevhidin tamamına gerek olmadığı, Kur’an-ı Kerim’de yahudiler ve Hıristiyanları lanetleyen ayet hükümlerine sadece belli bir dönem ve sadece belli şahıslar için geçerli olduğu (Bknz: Fetullah Gülen; Küresel Barışa Doğru kitabı), namazın üç vakit olduğu (Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu, 2002 yılında Radikal’de Neşe Düzel’e verdiği röportaj)”

 İtikadi sapkınlık belirten sözlerin neşredilmesini ve savunulmasını getirmiştir.
 İşte Müslümanlardaki tevhid inancını sarsmaya yönelik politikaların savunulduğu küfür tezler:
 -1992 yılı, İlk Dini Diyalog Şurası, T. Özal: “Kur’an’da Allah’ın birliğinden başka her şeyi tartışırım..”
 -1992, S. Demirel: “Kur’an’daki 230 kadar Ahkam ayetlerinin değiştirilmesi sorunu çözer.” –
Fetullah Gülen: “Başörtüsü bir teferruattır...”
 -Fetullah Gülen: “İbrahimî dinlerin mensupları aynı seviyededir.”
 -Fetullah Gülen: “Lâ ilahe illallah sözü, Müslüman olmak için yeter.”
 -Fetullah Gülen: “Geçmişteki savaşlar sadece maddi çıkar için yapılmıştır.” (İzmir temsilcimiz ve şu an İzmir F-tipinde Fetullah terör örgütünün polis içindeki hücre yapılanmaların tezgahı neticesi 2 yıldır hapiste bulunan Av. Murat Tetik gönüldaşımızın ifade ettiği gibi- Aylık Dergisi- bu ifadesiyle Fetullah’ın bir metaryalistten hiçbir farkı yoktur.) –

Fetullah Gülen: “Teröristler ateistler gibi, o da cennete gidemezler.(2005 yılı Mart ayında cariyesi Nuriye Akman’a verdiği röportajda, Usame bin Ladin ve işgale ve küfre karşı cihad eden müslümanlar için söylediği söz. Ertesi gün Türkiye’deki ateistler ‘bu söz diyaloğa ve hoşgörüye’ aykırıdır diye kazan kaldırınca özür dilemek zorunda kalmıştı fettoş. Yani müslümanları, ateistlerle, ebediyyen cehenneme gönderen bir küfür soyudur fettoş.)
Mardin’de 2000 yılı Nisan ayında tertiplediği İbrahimî Dinler Toplantısı”nda, müslüman bir kadını hem hristiyan, hem de müslüman(!) olduğunu iddia eden bir Amerikalıyla nikahını kıyan bu hain  diyalogçu CIAMossad kuklasına sormak lâzım:

Ortada (Farz-ı muhal) İbrahimî din diye bahsettiğin Hıristiyanlıkta zırnık itikat mı kaldı ki, höykürüp duruyorsun. Farzedelim katoliklerle diyaloğa geçtik! Cennet ve cehennemin varolup olmadığını tartışan bir yapı hangi ölçüde bize itikadi ortak payda vazifesi görecek? Yahudi-siyonistlerin,  protestanlık şemsiyesi altında kendi amaçları uğruna, bunun yanında putperest new ager’ların, bütün dünyayı istilaya çalıştığını görmüyor musun ve bunu nasıl izah edeceksin?

Diyalog projesinin, bugün bu projeye inanan müslümanları getirdiği seviye şunlardır: 

-Homoseksüellik ve lezbiyenliği, müslümanlar arasında meşrulaştırmak ve bunu bizzat Kur’an-ı Kerim’e dayandırmak gibi sapıkça önerilerde bulunmak (sayın Mirzabeyoğlu Kur’an’dan usulünce (Ehl-i Sünnet’in Edille-i Şeriye (Kur’an, Sünnet, İcmâ ve Kıyas esas ve usûlü) hüküm çıkarılmazsa, rastgele şekilde homoseksüelliği bile meşrulaştıracak hükümler bile çıkarmaya yeltenirler demişti. Yani, Allah eşcinselleri, sapık Lut Kavmi misalinde yerin dibine geçirerek helâk ettiğini bize söylerken, buradan eşcinselliğin İslâm’da meşru olduğunu söyleyebilecek kadar sapkın zihniyetliler çıkabilir.) En son Endonezya’nın başkenti Cakarta’da 27 Mart 2008 tarihinde tertiplenen “Dinler ve Barış Konferansı”nda “eşcinseller ve eşcinsellik doğaldır ve Allah tarafından yaratılmışlardır, dolayısıyla İslâm’da caizdır” fetva(!)sı yayınlanmıştır. Bu fetva için Kur’an’daki Hucurat Suresi esas alınmış, fetvayı yayınlayanlar da Endonezyalı diyalogcu sapık ilahiyatçılar. 
-Samanyolu kanalizasyonunda, sapık diyalogcuların söylediği “Haramları tayin etmek için öyle çok bilgiye ve kitaba ihtiyaç yok. Vicdan çok büyük bir aynadır...” [23 Ocak 2008, saat 12.55 (Furkan Dergisi Mart sayısından iktibastır)] Bunlara söyleyelim o zaman:  çocuklara tebelleş olan sapık ta, İslâm dünyasında Müslüman kanı içen vahşi Batılı da hep vicdanına yedirdiğini söyleyebiliyor, bütün bu denaatleri işlerken. Mutlak hakikatin koyduğu ölçüler olmadan vicdanî ölçü almak, bir putperestten, insanı ilahlaştıran, budizm ve taoizmden, masonluktan ne farkı var?

-Artık dini ve dindarlığı, geçmiş dönemlerde yazılmış kitapların satırları ve formatları içinde değil, dünyaya bakarak inşa etmek ve ona göre çizmek istiyoruz. (Ali Bardakoğlu, 16 Şubat 2007 Milli Gazete) bu sözlerin, Gorbaçev’in, burada bahsettiğimiz 7 Aralık 1988 tarihli BM konuşmasından ne farkı var? Bu Ali Bardakoğlu, 2002 yılında Ankara Üniversitesi Ilahiyat Fakültesinde görevli iken, Neşe Düzel’e verdiği röportajda “Namaz üç vakittir” demiş, daha sonra Diyanetin başına tayin edilince de, bu sözlerini yalamaya çalışmıştı... Şimdi de, Hadislerde revizyona gidiyormuş. Güya kadınları aşağıladığı iddia edilen birkaç Hadis (Hadis olmayabilir de) üzerinden, bütün Hadisler üzerinde oynama yapacaklar. Yani Hadisleri, kendi postmodern-paganist zihniyetlerine göre çağa uyduracaklar(!)

Daha bunun gibi yüzlerce itikadî ve ahlâkî sapkınlığa yol açıcı hain bir projedir, “dineler, kültürler ve medeniyetler arası diyalog” projeleri.

 Geçtiğimiz yıl ABD’de tertiplenen “laik İslâm” toplantısı öncesi, Mısır’da Fettoşun öncülüğünde her yıl tertiplenen “Abant Toplantıları” gerçekleştirildi. Bu toplantılara her nedense, ne kadar ateist ve ibne varsa müdavimi olarak iştirak ediyor. “Laik İslâm” hani bugünlerde, laik yargıtayın “şeriatçı” diye dava açtığı Fetullah Gülen’in gerçek yüzüdür. “laik, liberal, ılımlı ve pagan İslâm(!)” Fetullah Gülen ve avanesi, zihniyet olarak işte budur: “New age, paganist Müslümanı(!)”



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kissinger: Dijital Dünya düzenine geçişte, İlk önce Müslümanlar kül olacak!

17-25 Aralık FETÖ Darbesini 16 ay önce yazan gazeteci

Sayın Mustafi Başbakan